12 Ekim 2014 Pazar

Midilli'de 2 gün, 2 güzel yemek



Kurban Bayramı'nın iki günü hafta sonuna denk gelip biz beyaz yakalıları üzse de, benim için o 5 gün resmen tatilsiz geçirdiğim bütün yazın acısını çıkardı diyebilirim. Bunun birçok nedeni var. İlki bu sefer ailem veya Emre ile değil, ilk defa bir kız arkadaşımla, tabiri caizse 'kız kıza' tatil yapmam oldu. İkincisi sokaklarda kaybolduğum bir kültür turizmi yerine bu sefer daha sakin bir tatil planı yaparak Cunda ve Midilli'de karar kıldık. Sonuncusu ve en güzeli de Özge'yle beraber sadece yediğimiz, içtiğimiz, kitap okuduğumuz dolu dolu bir tatil oldu. Dolu dediysem de inanmayın aslında; iki otelci olarak o sakinliği bırakıp İstanbul'daki beş yıldızlı otellerimizdeki operasyona geri dönmek bile istemedik. Son günümüzde tek istediğimiz bize reddedemeyeceğimiz bir iş teklifi yapılmasıydı Cunda'da. Tatil gerçekten bir ihtiyaç ve bizim böyle bir şeye çoktan ihtiyacımız varmış. Çok güzel insanlar tanıdık, arkadaşlar edindik, çok güzel yemekler yedik, mis gibi deniz havasına karşı hiçbir şey yapmadan oturmanın keyfini çıkardık. Kısacası Cunda'ya seneye de geri dönmemiz için birden fazla nedenimiz oldu.

Bu yazıda daha çok 2 gün geçirdiğimiz Midilli'den bahsedeceğim fakat Cunda'dan da bazı güzel, hatta çok çok iyi tavsiyelerim olacak. Midilli ile ilgili ön araştırmamı ilk olarak Lonely Planet'in Yunanistan kitabından, daha sonra da yerli ve yabancı bloglardan yaptım. Aslında herkes biraz daha uzun süre kalıp araba kiralıyor ve bütün adayı geziyor. Ada deyince sanki kısmen daha küçük bir yer geliyor aklımıza ama Midilli aksine çok büyük bir ada ve her kıyısında gezmeye değer küçük köyleri var. Biz maalesef bulunduğumuz 2 gün boyunca Midilli'nin merkezinde kaldık. Biz bütün adaya Midilli adası ismini vermişiz fakat adanın ismi asında Lesvos; Midilli sadece bir şehrinin adı. Mytilini diye geçiyor. Bir sahil ve liman kenti.


Ayvalık'tan her sabah ve akşam gidiş-dönüş feribotlar var. Turyol ve Jale Tur feribotları kalkıyor. Biz Turyol'u tercih ettik. Gidişimiz bayramın birinci günü saat sabah 9'daydı. Ayvalık Gümrük'e geldiğimizde gördüğümüz kuyruk bizi epey korkutsa da sadece 1 saatlik bir gecikmeyle feribot hareket etti. Bayramın etkisi ve feribot ücretinin ucuzluğu Türk turistlerin Midilli kuyruğunu açıklıyor tabi. Yaklaşık 1,5 saat sonra Midilli'ye varıyoruz. Burada ikiye ayrılıyoruz; Schengen vizeliler ve kapıda vize alacaklar için. Oluşan kuyruktan gözünüz hiç korkmasın çünkü 10 dakikada vizeniz damgalanmış olarak sınırdan geçiyorsunuz.

Burası tam bir deniz ürünleri cenneti!

Önemli bir bilgi paylaşmak istiyorum çünkü bahsedeceğim şey sıkıntı yaratabilir. Midilli'de maalesef hiç döviz bürosu yok. Yani yanınıza yeterli Euro alarak gidin. Hatta Ayvalık'ta da döviz bürosu yok diyebilirim; iskele tarafında nasılsa vardır beklentisine girmemenizi tavsiye ederim. Peki ne yapıyor yanında Eurosuz gelen insanlar? İlk alternatif, seyahat acentaları döviz bozuyor. Fakat Türk Lirasını sağ olsunlar 3,20'den bozmak istiyorlar. Hadi canım deyip direk ayrılın oradan. Diğer ve belki de son alternatif bankamatikten Euro çekmek. Çalıştığınız bankaya göre komisyon ücreti de değişecektir ama çok yüksek bir komisyon ödemezsiniz derim. Kredi kartıyla takılırım olayını da unutun; çoğu restoran ve mağaza kredi kartı kabul etmiyor. Bence de ilginç, sonuçta turistik bir kent. Bir acentacının söylediğine göre bankalar Türk Lirası da bozmuyor; nedeni de yine söylenene göre Yunan hükümetinin Türk Lirası ile finansal işlem yapmak istememesi gibi bir şeymiş. Gerçekten çok ilginç, yani adadaki Türk turist nüfusunu düşününce hani bize öğretilen turist ülkeye döviz getirir cümlesi geliyor aklınıza. Yunanistan'ın içinde bulunduğu ekonomik durumu göz önüne alıyor ve vardır bir bildikleri diyoruz. Çok fazla Euro'ya gerek olmayacaktır çünkü genellikle ucuz bir şehir burası. Tabi kalış sürenize de  bağlı. Bize 2 gün için kişi başı 100 Euro kadar yetti; konaklama, yeme-içme, alışveriş ve keyfi harcamalar dahil.

Alkaios'un portakal ağaclı bahçesi

İlk olarak otelimize yerleşip valizlerimizden kurtulmak istiyoruz. Kaldığımız yerin ismi Alkaios Rooms; gecelik oda fiyatı 40 Euro. İki binaları var. ana binada portakal ağaçları altında çok tatlı bir bahçesi var; burası aynı zamanda kahvaltı alınan yer. Biz onun biraz ilerisindeki ikinci binada kalıyoruz. Odamız temiz ve bir otel odasının olması gerektiği kadar donanımlı. Tek üzüldüğümüz şey internet bağlantısı yukarı kata yeterince ulaşmıyor. Onun dışında dert edeceğimiz başka bir şey yok. Gayet memnunuz. Yeri de sahile 5 dakika.




Açız ama akşama dolu dolu yemek için hafif bir şeyler arıyoruz. Baya uzun bir dolaşma ve karar verme aşamasından sonra Averof'u görüyoruz. Dışarıdan bakınca loş havası bir esnaf lokantasını andırıyor. Tahminlerimiz doğru, burası tam bir esnaf lokantası! Üstelik yemekleri de bizden. İmam bayıldı, biber dolma, İzmir köfte ve diğer sulu tencere yemeklerini bulabilirsiniz. Bir porsiyon İzmir köfte ve bir porsiyon da patates mücver alıyoruz. Birer porsiyon aldık ortaya ama porsiyonlar oldukça büyük. Köfte bizdekine göre daha irice yuvarlanmış, fakat sanıyorum ki kızartılmadan direk tencerede pişirilmiş. Yumuşak ve lezzetli. Özellikle bir Türk hareketi olan suyuna ekmek bandırma eylemini doyasıya yapıyoruz. Yanında haşlanmış patates ile servis ediliyor. Patates mücvere bayılıyoruz. Galeta unuyla çıtır çıtır kızarmış. Tam istediğimiz gibi bir öğle yemeği oldu. Toplam 10 Euro gibi bir hesap geliyor.


Çıtır patates mücver

Biraz çevreyi gezip kahve içmek niyetindeyiz. Sahilin paralelindeki cadde olan Ermou caddesinden kuzey kıyıya doğru yürüyoruz. Bu cadde tam bir alışveriş caddesi fakat maalesef dükkanlar kapalı. Genellikle öğleden sonra herkes dükkanını kapatıyor. Hatta bankalar bile öğleden sonra 2'den sonra kapanıyormuş. Kendi yaşamımızı bir kez daha sorgulatıyor bu tür uygulamalar. Gariptir ki açık olsa çok iyi iş yapacak dükkanlar var. Mesela el yapımı hediyelikçiler ve takıcılar tam Türklerin turistik alışveriş ihtiyacına hitap ediyor. Açık olan sadece restoran ve kafeler var.

Midilli'nin kuzey sahili

Ermou Caddesi bitince kuzey kıyıya çıkıyorsunuz. Sağa dönünce deniz kenarı boyunca sıra sıra kafe ve lokantalar göreceksiniz. Çoğu genellikle taverna tarzında. Sanırım akşamları iş yapıyor ki gündüz biraz sakin görünüyorlar. Aralarında bir tane kafe ilgimizi çekiyor: Fisheye. Bizi bekliyormuş gibi, denize bakan ön kanepenin olduğu masa boş. Hemen yerleşiyoruz ve biliyoruz ki burada en az 2 saat geçireceğiz. Hedefimiz kahve içip kitap okumak. Bir de bakıyoruz ki menüde Yunan kahvesi var. Şu ortama zaten Türk kahvesinden başka bir tat gitmezdi. Bizde Türk, onlarda Yunan kahvesi. Bizim sizin olayındansa bu ortak tatların zevkini çıkarmak gerek. Sizi bilmem ama böyle şeyler bana daha çok kendimi evimde hissettirir. Bir adetimi daha gerçekleştirip duble kahve söylüyorum. Özge de normal ölçüde alıyor. Deniz hemen önümüzde, müzikler inanılmaz güzel, kitap okuyoruz ve kahvenin yanında domates ve karpuz kabuğu reçeli getirmişler!

Fisheye'da manzaramız bu şekilde

Tahmin ettiğimiz gibi yaklaşık 2 saatimizi orada geçiriyoruz ve biliyoruz ki buraya tekrar gelmemiz lazım!

Yemek için 2 önemli restoran belirledik gelmeden önce. Kalnterimi ve O Ermis. İkisi de tavsiye edilen en iyilerden. Akşam yemeğini Ermis'te, yarın ki öğle yemeğini ise Kalnterimi'de yemeye karar veriyoruz. Saat 20:30 gibi Ermis'teyiz ama bizden başka 2-3 masa dışında kimse yok. Geç yemek yendiğini az çok bildiğimiz için bekliyoruz. Saat 23:00'da bütün masalar dolu; hatta gelip yer bulamayanlar oluyor. 23:30'da bir arkadaş grubu yanımızdaki masaya oturuyor ve mezesinden etine kadar masayı donatıyor. Gece biraz geç mi başlıyor ne...

O Ermis, Ermou Caddesinin sonunda, sol köşede kalan bir restoran. İçeri ve dışarı oturma bölümleri var.

Ambiyans çok sıcak. Duvarlar tablolarla dolu. Barın tam arkasındaki duvarda o meşhur uzo serumlu fotoğraf var. Burada uzo hayata bağlar anlamını çıkarabiliriz. Lakin öyle çünkü bu keyfi her dakikanızda hissediyorsunuz.

  Menüsü oldukça geniş. Biz meze ve balıktan gideceğiz. Masa resmen donanıyor. Belli ki her şey taze ve günlük. Bir Yunan adasından deniz ürünleri yenmeden dönmez. Spesiyallerden şarapta ahtapot, kalamar tava ve barbun alıyoruz.

Ahtapotun şarap sosu hafif ekşimsi ve çok lezzetli. Gerçekten önemli bir spesiyal bu çünkü hakkı verilerek hazırlanmış. 

Kalamar taze belli ki fakat birazdan methiyeler düzeceğim Kalterimi'deki kadar lezzetli değil. 

Kabak çiçeği dolması beklentimizin çok altında. Bu dolmayı hakkıyla tutturmak çok zordur biliyoruz bu yüzden çok da üstüne durmuyoruz fakat yine de masanın en zayıf halkası o oluyor. 

 Kabak mücveri tavsiye ederim. Onun dışında bir de Tzatziki yani cacıki var ki bir porsiyona kaç diş sarımsak atılmış tahmin bile edilemez. Süzme yoğurt, salatalık ve sarımsak üçlüsünden bir tek sarımsak tadı baskın. Değişik bir tat oluyor bizim için.

Barbun tava


Uzosuz olmaz! En iyi uzo diye tavsiye edilen Barbayanni alıyoruz 20'lik şişede. 4 çeşidi var. Hepsinin aroması ve sertliği ayrı. Biz işletmeci hanımın tavsiyesine güvenerek açık mavi renkteki Evzon'dan alıyoruz. Çok doğru bir seçim çünkü hem şeker oranı bizim damak tadımızda, hem de sertliği yerinde. Yüzde 47 alkol oranı! Tat olarak rakıdan daha hafif ama daha bol aromalı. Özellikle şeker oranının az olması tam da aradığımız tat.

Ermis, 1800lerden günümüze gelen bir lokanta. Hem bu lokal caddedeki konumu hem de bilindik lezzetleriyle bize tam bir Yunan havası yaşattı. Sıcakkanlı personel bizi yabancı hissettirmedi hiç. Ortak bir sofra kültürüne sahip olmanın en güzel yanı da bu dostluk duygusu. İçinde kötülük olmayan insanlar bu duyguyu hep taşır, çünkü bilirler ki bir zamanlar yan yana yaşadık, hala da yaşayabiliriz.

Çeşit çeşit 20'lik uzo şişeleri

Ermis'te ödeyeceğiniz hesap kişi başı 15€ civarıdır. Sofra daha çok mezeyle donansın isterseniz de 20€ diyelim. Kredi kartı geçmiyor. Bu kadar lezzetli bir gecenin ardından mis gibi bir uyku zamanı.


Sabah yanımızdaki Therapon Kilisesi'nin çan sesleriyle uyanıyoruz. Kahvaltıyı otelde yaptıktan sonra yine sokaklardayız. İlk işimiz valizimizi yerleştirmeden buradan alacaklarımızı almak. Özge uzo ve mastika alacak. Emre'nin önceki seyahatlerinden evde 2 şişe uzo ve mastika olduğu için ben sadece yöresel bir Midilli şarabı almak istiyorum. Ve tabi ki buzdolabı kapağı koleksiyonum için magnet. Günlerden pazar ve öğlen yine her yer kapalı. Açık olan iki adet dükkan var. Midilli'ye akın etmiş Türkler bu iki dükkana da kazandırıyorlar. Üstelik bu iki dükkan da kredi kartı kabul ediyor! Hem hediyelik magnet, kupa, çanta tarzı eşyalar hem de damla sakızı, uzo ve şarap da bulabilirsiniz buralarda. Fiyatları da makul. İkisi de Ermou Caddesi üzerinde. İlki soldafotoğrafı bulunan dükkan. İkincisinin malesef fotoğrafını çekmeyi unutuyorum ama yeri Ermou ve Alkaeou caddelerinin kesiştiği köşede.


Midilli'nin lokal şarabı Oinoforos. Zaten tüm marketlerde hem kendisine hem de Türkçe broşürüne rastlayacaksınız. 3 çeşidi var; kırmızı ve beyaz Daphnis&Chloe serisi ve bir alt segmenti Makara kırmızı. Ben bir şişe kırmızı Daphnis&Chloe alıyorum. Fiyatı 9€ civarı. Tanenli ve yoğun aromalı bir şarap; et severler için.

Saat akşamüstü 6'da feribotumuz var fakat buradan ayrılmadan son bir kez daha Fisheye'da kahve içmek ve sahilde dondurma yemek istiyoruz. İlkini yaptıktan sonra, sahil boyunca sıralanmış kafelerden biri olan Maskwtitsa'da dondurmamızı yiyoruz. Özge damla sakızı ve badem ikilisini seçiyor; ben ise çikolatadan vazgeçemeyen biri olarak ekstra dark çikolatalı ve damla sakızlı iki top alıyorum. Dondurmanın içindeki damla sakızları dilinize geliyor. Adadan sakız almadan ayrılmayın.



Dondurmadan önce geç bir öğle yemeği yiyoruz. Rotamız Kalnterimi. Midilli'ye gelip burada yemek yemeden dönmeyin cümlelerinin hakkını veren bir yer. Ermou üstünde küçücük bir ara sokakta, dışarıdaki tahta asa ve sandalyeleriyle salaş bir lokanta burası. Öğle yemeği olmasına rağmen o kadar dolu ki, feribot saatini düşünerek yer bulmak için çok beklemek zorunda kalırsak yemeden gidebiliriz düşüncesiyle endişeleniyoruz. Mekandaki işletmeci abla hem sipariş alıyor, hem gelenlere yer gösteriyor, hem de hesapları düzenliyor. Bir aile işletmesi. Kızı ve oğlu da siparişlerin masalara götürülmesine yardımcı oluyorlar. Tıklım tıklım bir öğle yemeği vakti zor da olsa kendimize kapının yanında iki kişilik bir masa buluyoruz. Yemek yiyenlerin yüzde sekseni Türk. Bekleyenlerden bazıları pes edip geri dönüyor; bizim gibi meraklılar da sabrediyor ve en geç 15 dk sonra bir masaya oturabiliyorlar.

Oturmak için beklediğimize değiyor lakin yemekler enfes! Menüsü Ermis ile hemen hemen aynı. Benzer mezeler ve yemekler mevcut. Hem hafif hem de doyurucu olsun diye 4 çeşit tabak söylüyoruz. İhtiyacımız olan şeyler yengeç salata, kızarmış kelle peyniri, yine şarap soslu ahtapot ve kalamar tava. Uzo yerine bu sefer bir öğlen birası içmek istiyoruz. Midilli'nin Mythos birasından dolapta soğuk kalmamış. Bize yine bir Yunan birası olan Fix'i öneriyorlar. İçimi çok hafif olan 50'lik şişeyi Özge'yle paylaşıyoruz.

Yengeç salata

Ve yemekler... Hafif olsun dedik ama bitiremedik bile. Gerçi tabakta kalan bir tek yengeç salata oldu; o da yoğun mayonezinden dolayı. Kızarmış kelle peyniri harikaydı; tuzlu ve sert. Kalamar tava ve şarap soslu ahtapot burada kesinlikle daha iyiydi. Bir kere kalamar daha yumuşak ve çok daha iyi kızarmıştı. Kollarına, yüzgeçlerine varıncaya kadar yedim diyebilirim. Ahtapotun sosu burada ekşi değil, daha sertti. Bu nedenle ahtapotun lezzetini daha iyi hissediyorsunuz.

Yiyebileceğiniz en iyi kalamar!

Fotoğrafta sanki yeni kesilmiş bir hayvana benzese de tadı aklımızı aldı.

Porsiyonlar çok büyük; öyle ki Ermis'te bir porsiyon kalamar tava için bir tane gelirken, burada bir porsiyona iki bütün kalamar getiriyorlar. Ahtapotun porsiyonu da Ermis'te servis edilenin iki katı. Kalnterimi gerçekten kaçırılmaması gereken bir lezzet durağı. Bu kadar yoğun bir operasyonda böyle lezzetli yemeklerin servis edilebilmesi restoranın önemli bir başarısı. Midilli'nin en iyisi sıfatını sonuna kadar hak ediyor.

Böylece 1 gece 2 günlük Midilli kaçamağımız sona eriyor. Benzer mutfağa sahibiz fakat deniz ürünleri konusunda karşı kıyılar tam bir balık cenneti. Bir kere donmuş ürün kullanılmıyor; hepsi taptaze. Bu bence en büyük farklılıklarımız. İstanbul'da kalamar tava yediğim 10 restoranın belki 2'sinde tazesine denk geldim diyebilirim. Sonra pişirme usulleri, gösterilen özen, ürün kalitesi gerçekten bizim restoranlarımızı sollar. Bizdeki balık lokantaları ne kadar şaşaalıysa, burası o kadar gösterişten uzak hatta bu salaşlığıyla daha sevimli bir algı yaratan lokantalara sahip. Fiyatlar çok ucuz. Mesela Kalnterimi'de yine kişi başı 15 Euro'ya ziyafet çekersiniz. Hem bütçe hem de damak dostu. Ve güzel haber; kredi kartı geçiyor.



Kısacası Midilli, günübirlik de olsa sırf Kalnterimi için gelmeye değer bir destinasyon. Çoğu dükkanın tabelalarında Türkçe yazılara rastlıyorsunuz fakat gelin görün ki Türkçe konuşan bulunmuyor. Türk turist potansiyelinin oldukça farkındalar aslında. Rahat bir yaşam var genel olarak. Gece hayatı pek yok gibi. Tamam turistik ama henüz yozlaşmamış. Umarım Türk turistlerin sayesinde bir Bozcaada vakasına benzemez burası. Yoksa tüm bu salaşlığa ve lokal değerlere yazık olur.



Midilli'den sonra 2 gece bu taraflardayız. Bu sefer karşı kıyı Cunda'da. Cunda'yı uzun uzun anlatmak istemiyorum çünkü bizi çok etkileyen yerlerden biri o nedenle büyüsü bizde kalsın istedim. Fakat bazı yerler var ki hizmetinden çok memnun kaldığımız için tavsiye etmek istiyorum. İlki Alp Butik Otel. Çok tatlı bir çift tarafından işletiliyor. Cunda'daki ilk gecemizde ev sahibimiz oldular. Özellikle Fatoş Abla bir anne gibi üzerimize titredi. Odaları büyük, temiz ve içinde her şey mevcuttu.Fatoş Abla ve eşine veda etmeden Cunda'dan ayrılmadık. Geri dönmek için sebeplerimizden bir tanesi oldu Alp Butik Otel. İkinci otelimiz de Cunda Hayal Hotel. Son gecemizde burada kaldık. Merve isminde dünya tatlısı bir işletmecisi var. Yine bir aile oteli. O yüzden samimi ve sıcak. Geç çıkış konusunda yardımı için kendisine minnettarız. Burada da rahat bir konaklama ve güzel vakit geçirdik. Bir arkadaşımız da Merve oldu.


Cunda'ya geri dönmek için en önemli sebep ise kesinlikle Lal Girit Mutfağı, Emine Abla ve onun sihirli ellerinden çıkan mezeler! Emine Abla sabahtan pazarına gidiyor, öğlen mutfağa giriyor ve akşama kadar onlarca mezeyi yaratıyor. Menüde neler yok ki... Bebek kabaklar, Girit otları, cevizli patlıcanlar, soslu dil balıkları, yoğurtlu mezeler, ezmeler, ayrıca kırmızı et ve balığın da hakkı veriliyor. Hepsini ayrı bir iştahla yedik ana 'en'lerimiz kesinlikle cevizli patlıcan, köz patlıcanla doldurulmuş köz biber, ve güveçte yoğurtla sıcak servis edilen deniz fasulyesi oldu. Özellikle deniz fasulyesi için uzun zamandır gözlerimi kapayarak uzun uzun yediğim en güzel lezzet diyebilirim. Bolca Girit otları bulabilirsiniz. Antalya'da ailemin sofralarından eksik olmayan turpotu, şevketibostan gibi yerel otlar da mevcut. Bol zeytinyağlı limonlu turpotu kesinlikle evimi hatırlattı. Midye dolması ayrı bir efsane. Bir de rakının yanına mutlaka keçi peynirinden söyleyin. Emine Abla'nın söylediğine göre bu özel peyniri bir arkadaşı kendi yapıyormuş. Yeni kalıp eline ulaşınca bir miktar gönderme sözü verdi! Yemek yiyen herkesin yüzünde memnuniyet ifadesi görebileceğiniz nadir bir lokanta burası. Emine Abla'nın ve servise yardım eden eşi Yusuf Abi'nin çok emeği var burada. Kısacası bu iki güzel insanla da dost olmanın ayrı sevinci var bizde.

O efsane cevizli patlıcanın sadece görünen tarafı!
Cunda bize evimiz gibi geldi. Kısa zamanda tanıdığımız, selamlaştığımız bütün insanlarla, taş sokaklarıyla, Taş Kahve'siyle, deniz kokusuyla bağımız oldu. Biz Cunda'yı hiç bırakmak istemedik. Hatta bahsettiğim gibi, son günümüzde Taş Kahve'de dondurmamızı yerken keşke reddedemeyeceğimiz bir iş teklifi yapılsa gibi bir dileğimiz bile oldu. Kısacası dolu dolu 5 gün en güzelinden bir dinlence oldu bizim için. Seneye geri dönmek için söz verdik. Belki canımız Emine Abla'nın biberli ezmesinden çeker de hafta sonu kaçmak için bir bahanemiz bile olur. Çok geçerli bir mazeret değil mi ama?