20 Ocak 2014 Pazartesi

Balkanların Tadı - 3: Belgrad




Sırbistan’la birlikte Balkanlar’daki dördüncü ülkeyi ve Belgrad ile altıncı şehri yazıyorum. Belgrad gezisinden sonra gördüm ki, Balkan ülkelerinin yemek kültürleri birbirine çok benziyor. Aynı zamanda hepsi Osmanlı ve Avrupa mutfaklarından da esintiler almışlar. Belli başlı yemekler var mesela, her şehirde aynı isimle karşınıza çıkabiliyor. Örneğin cevapcici (köfte), burek (börek), rakija (rakı) gibi... Sırp mutfağına da diğer Balkan mutfakları gibi ızgaralar hakim. Dana, kuzu, tavuk, domuz ve ördek yemekleri her menüde bulunuyor. Bunun dışında köfte diye tabir edeceğimiz cevapcici ve pljeskavica da mevcut. Her restoranın kendi spesiyalitesi olan karışık et tabakları çokça tercih ediliyor çünkü böylece menüdeki çoğu et yemeklerini denmiş oluyorsunuz. Porsiyonlar çok geniş; hem tabaktaki et dilimleri çok büyük, hem de yanında zengin garnitür çeşitleriyle geliyor. Etlerin dışında bize yabancı gelmeyen sarma ve musakka gibi menüler de çoğu restoranın menülerinde mevcut.

Sokak lezzeti olarak burada da burek çıkıyor karşımıza. Bu sefer sadece börekçiler de değil, pastaneler ve fırınlar bile burek satıyorlar. Hem su böreği tarzı yağlı ve bol yufkalı burekler, hem de değişik malzemeli kol börekleri fırınlarda mevcut. Yanında adet yerini buluyor ve yoğurt içiliyor. Yani bildiğimiz kapalı ayran fakat üstünde yoğurt yazıyor. Yoğurda uygun olarak da kıvamı ayrandan oldukça yoğun. Burek dışında dilim pizza dükkanları, patlamış mısır büfeleri, yaşlı hanımların başında durduğu dondurma tezgahlarını da sokaklarda bolca görebilirsiniz.

Biraya pivo deniyor. İki çeşit Sırp birası var: Lav ve Jelen. Biradan ziyade buranın gurme içkisi meyvelerden yapılan rakijalar. İster üzümden, ister ayvadan, ister erikten ve daha da fazlası. Genellikle kafe ve bar menülerindeki rakija bölümlerinde bol çeşitlerine rastlayabilirsiniz. Bazı restoranlar rakijasını kendileri yapıyorlar. Ev yapımı rakija denemek isteyenler için ideal fakat şimdiden söylemeliyim ki rakijanın tadı bizim sek rakımızdan da sert. Alkol oranının %60’a çıktığı bile oluyor. Fondip yapanın vay haline, resmen yemek borunuzu uyuşturuyor. Marketlerde 50 ml’lik şişelerde satılan rakija çeşitlerini bulabilirsiniz. Anahtarlık ve magnetten ziyade daha orjinal bir hediye olacaktır.

Ada Ciganlija
Belgrad gezimiz bol et ve rakija ile geçti. 3 gün kaldık ve dolu dolu bir 3 gün geçirdik. Mutlaka gidilmesi gereken yerlerin başında Ada Ciganlija geliyor. Belgrad’ın güneybatısında, Sava Nehri üzerinde konumlanmış küçük bir ada burası. Buranın en büyük özelliği halkın deniz yüzü görebilmesi. Gerçi nehrin içinde yüzüyorlar ama genel olarak baktığımızda adadaki sosyal yaşam çok hareketli. Restoranlar, plajlar, su topu maçları, bisiklet ve paten sürenler, su kayağı yapanlar gibi spora ve sosyalleşmeye dahil ne varsa bu adada. Onu dışında Kalemegdan, Nikola Tesla Müzesi ve Knez Mihailova Caddesi de görülmeye değer. Merkeze yakın bir yerlerde kalmak istiyorsanız Skadarlija bölgesi çok uygun. Sokağın iki yanı da kafe ve restoranlarla dolu. Akşamları canlı müzik olan yerler de var. Buraya aynı zamanda bohem sokağı da deniyor, genellikle sanatçıların takıldığı bir sokak olmasından dolayı. Biz de konaklama tercihimizi hem lokasyonundan hem de uygun bir hostel bulmamızdan dolayı Skadarlija’dan yana kullandık.

Skadarlija
Havaalanından çıkınca servislerle Trg Slavija meydanına gittik, oradan da hostelimizi bulmak için dünyanın yolunu yürüdük. En sonunda sora sora Skadarlija’daki hostelimize varıyoruz. Konaklama hikayemiz de başlı başına macera aslında ama hiç oralara girmeyelim. Neyse ki bir gece sabrettikten sonra şikayet etmemize gerek kalmadan bizi daha uygun bir odaya geçirdiler. Uçağa binmeden yediğimiz yemekler midemizde erimiş gitmiş. Hemen akşam yemeği için dışarı attık kendimizi. Önceden hazırladığım restoran listesine bakınca ve otele en yakın restoranı seçiyorum. Sadece birkaç sokak ötedeki Little Bay için çoğu yerden tavsiye almıştım zaten. Çok yakın olması avantajımız oldu.

Rezervasyonumuz yok ama dışarıda sokağa bakan çok güzel bir masa bulduk kaldırımın üzerinde. Ayrı olarak bir iç mekanı ve iç bahçesi de var. İyi İngilizce konuşan garsonumuz hemen menüleri getirdi. Yaklaşık 5 tane falan menü geldi önümüze. Nasıl yani demeye kalmadan kibar garsonumuz hepsinin açıklamasını yaptı. Günlük yemek menüsü, günlük şarap menüsü, restoranın a la carte yemek menüsü, özel şarap menüsü, ve tatlı menüsü. Sadece 3 menüden seçim yaptık. Günün menüsünden bir bezelye çorbasıyla başladım. Püre haline getirilmiş bezelyeye kremayla kıvam verilmiş ve bu harika çorba çıkmış ortaya. Benim gibi yazın yeşil sebzelerden vazgeçemeyenlerin çok seveceği bir çorba bu. Bu arada biz yazın gittiğimiz için çok fazla çorba içmedik ama menüler dikkatlice incelendiğinde çok farklı çorbalar olduğunu göreceksiniz.


Restoran menüsünün içinde bir de tadım menüsü var ki, menüdeki bütün ana yemeklerden küçük porsiyonlar sunuyor. Hepsinin tadına bakmak mantıklı olabilir diye düşündük. Tabi biz böyle iki lokmalık porsiyon düşünürken kocaman yayık bir tabakta geldi tadım menümüz. İki değil bence dört kişi rahat doyar. Elbette ki biz bitiremedik koca tabağı.


Sırp mutfağının genelde et olarak spesyalleri var demiştim. Bizim tadım menümüzde de etin her çeşidi mevcuttu. Resimde de görüleceği gibi dana eti, kuzu eti, tavuk eti ve domuz eti. En çok börek içindeki kuzu etli parçayı sevdik. Etlerin yanında patatesi, sebzesi de geliyor tabakta. Özellikle bir patates ızgara var ki, bir daha gitsem sırf o patatesin olduğu ana yemeği seçebilirim.

Şarap olarak günlük şarap menüsünden yine Vranac üzümünden yapılan bir Sırp şarabı seçtik. Etlerimizle çok güzel gitti. Tatlı için o kadar etten sonra yerimiz kalmadı. Bu arada yemekten önce servis edilen yoğurtlu sarımsaklı dip sosu ve çeşit çeşit taze ekmeklerin lezzetini belirtmeden geçemeyeceğim. Toplam hesabımız 4.230 dinar geldi. Yani 42 Euro diyelim. Ücrete kişi başı 120 dinar olan servis ücreti de dahil.

İlk gün için mükemmel bir tercih yapmışız. Bu arada Little Bay’in hemen karşısında şu an ismini hatırlayamadığım bir restoran mevcut ve çok hoş canlı müzik programları var. Karşı restoranda olmamıza rağmen müzikten faydalandık.

Knez Mihailova müzisyeni
Akşamları Knez Mihailova caddesi çok canlı oluyor. Yemek sonrası biraz caddeyi gezdik. Bizim İstiklal Caddesi'nden hallice, daha kısa bir cadde fakat sokak aktiviteleri çok fazla. Canlı müzik yapan gruplar, illüzyon gösterileri, aksesuar satıcıları bütün caddeyi doldurmuş. 


Ertesi sabah, Skadarlija’nın tam girişinde, ismini keşke not alsaydım dediğim, küçük fırına gidiyor ve burek yiyoruz. Balkanlardaki burekler bizdekinden biraz farklı. Bir kere en üstteki yufkası iyice çıtır çıtır olana kadar pişiyor. O kadar sert bir kıtırlığı var ki bazen kesilmiyor, hatta kopmuyor. Sonra içindeki kıyması bol, sebzesi az. İç yufkası da yumuşacık. Balkan burekini ilk Zagreb’de denemiştik. Açıkçası oradakini biraz yağlı bulmuştum. Belgrad’da gördüm ki burek genel olarak yağlı. Rahatsız edecek kadar bir yağ değil, aksine bence bureke lezzetini veren kullanılan yağ diye düşünüyorum. Burekleri lezzetli bulduk. Yanında yoğurt da yedik. Adet böyle.


Kalemegdan

Artık Belgrad'da ikinci günümüze başlayabiliriz. Bugün öğlene kadar buranın simgesi olan Kalemegdan’ı gezelim dedik. Burası adı üstünde ‘kale meydanı’. Kaleye giriş için parkın içinden geçiliyor. İçeride yaklaşık 3 tane kale kapısı var. Bunlardan en ünlüsü Stambol Gate, yani İstanbul kapısı. Burası Osmanlı döneminden kalmış bir kale. Yaklaşık 2 saat kaleyi geziyoruz. Kalenin içinde mükemmel bir Danube nehri ve Belgrad ormanları manzarası olan bir restoran bulunuyor: Kalemegdan Terassa. Kahvaltıda yediğimiz burekler hala midemizden gidemediği için çok aç değiliz. Akşam için de güzel bir yerde yemek yemek istiyoruz bu yüzden şimdilik hem bir şeyler atıştıralım, hem de bu manzaranın keyfini çıkaralım diye Kalemegdan Teras’a oturuyoruz. Atıştırmalık bir şeyler istediğimi için krompir söylüyoruz. Kulağa benzer gelmesinden dolayı krompiri bizim kumpir sanıyoruz. Biz fırında patates beklerken patates kızartması geliyor önümüze. En azından patates kısmını tutturmuşuz. Şikayet etmiyoruz çünkü söylediğimiz biralarla patates kızartması harika gidiyor. Tam yorgunluk sonrası keyif. Manzara da harika.

Stambol yani İstanbul Kapısı
Kalemegdan'dan manzara

Bizim gittiğimiz saatte tam bir lounge tarzı var ama akşamları burası süper lüks bir fine-dining restoran. Ana yemekler 800-1500 dinar arasında. Krompir için 270 dinar, Lav biralarımız için de 430 dinar ödüyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.

Krompir
Yaz günü sıcakta canınız dondurma çektiğinde ev yapımı dondurmaları olan Moritz Eis'ı deneyebilirsiniz. Knez Mihailova üzerinde bir ara sokakta küçük ama ünlü bir dondurmacı burası. İçeri girdiğimizde inanılmaz bir kalabalık var. Neyse ki hemen sıra bize geliyor ve ev yapımı lezzetli dondurmalardan yiyebiliyoruz. Bitter ve beyaz çikolatalı dondurmaları tavsiye ederim.

Öğleden sonramızı Nikola Tesla Müzesi ve Sveti Sava Katedrali'ne ayırdık. Özellikle Nikola Tesla Müzesi'nin mutlaka görülmesi gerek. 1 saatlik rehberli bir tur yapılıyor müzenin içinde. Tur dahilinde, Tesla'nın icatlarının küçük bir deneyi bile yapılıyor. Üstelik deneylere siz de dahil olabiliyorsunuz.

Tesla Müzesi'nin içinde bir çeşit elektrik deneyi

Akşam yemeğine Emre'nin Sırp arkadaşı Uros'la akşam yemeği yiyeceğiz. Uros ile Emre, 2011 yılında Norveç'te gerçekleşen İSFİT öğrenci kampından tanışıyorlar. O zamandan beri de bağlantıları kopmuyor. Uros'la bizim seçtiğimiz bir restoranda buluşuyoruz: Questionmark.


Yine Belgrad’da en fazla merak ettiğim restoranlardan biri burası. ?Restaurant diye de geçiyor çoğu yerde. Çok eski bir restoran ve çok da ilginç bir hikayesi var. İlk açıldığında St. Mark Katedralinin tam karşısında olduğu için ismi Cathedral Cafe koyuluyor. Daha sonra bazı dini bütün çevrelerce kutsal bir yerin ismi bir restorana verilemez diye eleştiri gelince, restoran sahibi de restoranın ismini soru işareti olarak bırakıyor. Kitaplarda, dergilerde böylece ? Restaurant veya Questionmark diye geçiyor. Uros daha önce buraya hiç gelmemiş. Biz onu yaşadığı şehirde güzel bir restoranla tanıştırıyoruz, o da bizi menüdeki geleneksel Slav yemekleriyle.


Ben başlangıç olarak yukarıda gördüğünüz kabak musakka ile başlıyorum. Yani bizim musakkadaki patlıcanı çıkar, koy kabağı. Benim gibi sebzenin her türlüsünü sevenler bu çeşit bir musakkayı da çok sevecektir. Bunu İstanbul’daki evimde de denemem lazım.

Ana yemek olarak paylaşabileceğimiz bir ızgara tabağı söylüyoruz Emreyle. Uros, o gün et yiyemiyor çünkü onun için kutsal bir gün. Bu geleneksel Slav bayramından ayrıca söz edeceğim.


Izgara tabağımızda kuzu pirzola, tavuk fileto, cevapcici yani köfte, dana eti, domuz eti ve sosis var. Sosis hariç hepsini beğeniyorum. Etleri kurutmadan pişirmişler. Ben salata sevdiğim için Uros bana shopska salata tavsiye ediyor. İçinde domates, salatalık, soğan ve üstünde de beyaz peynir var. Peynir yumuşak, kıvamı lorumsu ve tuzlu, salataya çok güzel uyuyor. Toplamda 3 kişilik yemek ve şarapla beraber 3.210 Dinar ödüyoruz. Yani 32 Euro civarı.


Knez Mihailova’ya 10 dakikalık bir yürüme mesafesinde Questionmark. Aziz Mark Katedralinin hemen karşısında. İç ve dış oturma bölümü var. Dışarıda oturunca katedral manzaranız oluyor. Çalışanlar güleryüzlü ve çok eğlenceli. Yemek seçimiyle Uros ilgilendiği için genellikle onunla konuşuyor garsonumuz. Bizim masaya da özel bir ilgi alaka var tabi. Çok keyifli bir akşam yemeği yiyoruz burada. Sadece akşam yemeği için değil, sakin bir muhitte olmasından dolayı bence günü her saati gelip vakit geçirebileceğiniz bir yer burası.

Tatlı'ya Uros'un tavsiye ettiği Glumac diye bir büfede bir yerde devam ediyoruz. Burası Palacinke’siyle ünlü. Yani pankek. Yol üstü minik bir büfe burası ama sirkülasyon çok fazla. Masalar hiç boş kalmıyor. En ünlü pankek çeşidi plazma yani nutella ve cookie parçacıklı pankek. Nutella-muz çeşidi de var. Porsiyonlar aşırı büyük. Zaten çok tatlı olduğu için bir porsiyonu iki kişi rahatlıkla paylaşabilir. Çok kalabalık olduğu için siparişler gecikebiliyor. Belgrad’ın çoğu mahallesinde çok rahat bir Glumac büfesi bulabilirsiniz.

Plazma Placinke
Geceyi rakija ile sonlandırmak için tercihimiz Kasina. Terazije caddesinde yol üstü bir kafe burası. Kafe diyorum ama oldukça büyük bir alana konumlanmış. Hem içerde hem dışarıda kaldırımda masaları var. Yoğunluk yaz olduğu için dışarıda tabi. Haftasonları canlı müzik var. Medovaca rakija içiyorum, yani baldan yapılmış rakı. Rakijanın güçlü aroması balın tatlısını almış götürmüş. Ya minik yudumlarla ya da tek shot olarak içilmesi makbul. Zira bildiğiniz yakıyor. 

Yarın önemli bir gün çünkü Uros bizi evine Slava yemeğine davet etti. Slava, Sırpların geleneksel bayramı. Daha sonraki yazımda Slava'ya ayrı olarak geniş bir yer ayırıp, sofra geleneğini ayrıntılarıyla anlatacağım.

Trg Republike meydanı
Belgra'daki son günümüzde Ada Ciganlija'ya gittik. Yazının başlarında ada hakkında bilgi vermiştim zaten. Biz adada kalışımız boyunca bisiklete bindik ve bütün adayı bisikletle turladık. Bu benim için özel bir zamandı çünkü yaklaşık 7 yıl önce geçirdiğim ciddi bir bisiklet kazasından sonra ilk defa korkumu yenip bisiklete bindim. Adada çok fazla restoran mevcut fakat görünüşe göre çoğu tatil köyü kafasında çalışıyorlar. Adaya giden otobüslerin kalktığı durakların altında bir kapalı pazar var. Oradan yiyeceğini alıp adanın mis gibi havasında küçük bir piknik yapmak daha keyifli sanki.



Gün içinde kahve içmek isterseniz Greenet Cafe'yi öneriyorum. Terazije’nin üzerindeki Nusiceva aralığından girince göreceksiniz bu küçük bir kafeyi. Öğreniyoruz ki mochasıyla ünlüymüş. Dedikleri kadar var, gerçekten mochası çok lezzetli. Bir ara lavabo için içeri girdiğimde görüyorum ki bar bar çikolata eritiyorlar mocha için. Lezzeti doğallığındanmış diyorum.


Uros'lardan akşam yemeğinden gelince Belgrad'da son gecemizi geçirmek üzere ilk günden beri en çok merak ettiğim bir pub olan Federal Association of Globe Trotters'a gidiyoruz. Belgrad'ın gizli barı diye geçiyor seyahat kitaplarında. Gerçekten de sır gibi bir yerde gizlenmiş sanki. Burası çok ilginç bir bar çünkü ana cadde üzerinde bir binanın zemin katında yer alıyor. Binanın girişinden ilerleyince aşağı doğru inen merdivenlerin başında acaba doğru yere mi ilerliyorum diye düşünüyorsunuz. Daha sonra, apartman konseptinden çok farklı bir dünyaya girdiğinizi fark ediyorsunuz. 


Buranın bir hikayesi de var. 1999'da NATO bombardımanından sonra izole edilen Sırbistan'da, buranın kurucusu Mirko Stankovic insanların bir araya gelip fikir paylaşımı yaptıkları bir yer yaratmak istemiş. Herkes bir eşyayla katkıda bulunmuş ve Mirko'nun kaldığı apartmanın bodrum katında böyle bir yer yaratmışlar. Mirko'nun dediğine göre, herşeyin sınırlardan ibaret olduğu o zamanlarda sınırları reddederek, birbirleriyle ve dünyayla bağlantılarını koparmadan yaşadıkları bir yermiş burası. İlk başlarda ziyaretçiler yalnız Belgrad halkından ibaret olsa da, Sırbistan sınırları açılınca tüm dünyadan ziyaretçiler gelmeye başlamış. Bunların içinde dünyaca ünlü sanatçılar bile var. Mirko'nun tek isteği Belgrad yaşadıkça, farklı kültürlerdeki insanların ziyaretleriyle birlikte buranın da yaşaması. (Kaynak: Lonely Planet, Western Balkans: 2009)

Burası ilginç bir bar dedim çünkü Singer dikiş makinesi konseptli masaları var. Evet, bir dikiş makinesinin üzerinde kokteylinizi içiyorsunuz. Sanırım ilk başta bağışlanan eşyalardan biri bu dikiş makineleri. Dekorasyonu kalabalık; duvarlar, tavanlar hep asılı resim ve objelerle dolu. 

Singer
Kokteylleriyle ünlü olduğunu duyduk ve biz de iki kokteyl söyledik. Ben New Punk söyledim ve pişman oldum, çünkü Emre’nin Globe Trotters kokteyli daha güzeldi. Emre kokteylinin yanına bir de ayva rakijası söyledi, yani dunjevaca rakija ve içi yana yana içti. Kokteyller ortalama 290 dinar yani 3 Euro bile değil; rakija da 175 dinardı. Bence Belgrad’da mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri bu gizli bar.

Öndeki kırmızı New Punk, arkadaki Globe Trotters
3 günlük Belgrad gezimiz de sona erdi. Bu gezinin en güzel yanı, kendi açımdan, daha sonraki yazımda detaylı olarak bahsedeceğim Slava yemeğine katılmak oldu. Şimdiden ipucu vermek gerekirse tam olarak bir aile ve arkadaş toplanmasıydı. Uros'un annesi harika yemeklerle masayı donatmıştı. Güzel anne, sofradaki her yemeğin nasıl yapıldığını istekle anlattı, Uros da büyük bir sabırla annesinin anlattıklarını Sırpça'dan İngilizce'ye çevirdi benim için. Elimde harika tarifler, aklımda çok güzel hatıralarla ayrılıyorum Belgrad'dan.



19 Ocak 2014 Pazar

Balkanların Tadı - 2: Zagreb


Zagreb’e Aralık ayında, tam da Balkanlar'daki soğuk hava dalgasının nüksettiği bir zamanda gittik. Tabi ki havanın günlük güneşlik olmasını beklemiyordum ama bu kadar soğuğu daha önce de hiç yaşamamıştım, itiraf edeyim. Yaklaşık 3 gün kaldık Zagreb’de. Couchsurfing sayesinde çok tatlı bir ailenin kedili ve köpekli evinde kaldık. 3 gün boyunca sokaklara kaybolduk, kar fırtınasının ortasında kaldık, buzlu kaldırımlarda düşme tehlikesi atlattık ama keyifli bir gezi oldu. Couchsurfing yaptığımız için bütçemizi yemeğe ve gezmeye ayırdık. Çok güzel restoranlarda yemek yedik, güzel kafelerde kahvemizi içtik, sokak lezzetlerini denedik. Bembeyaz karda Zagreb manzarası bir başka güzel olabilir tabii ama soğuktan ve yağan kardan ben fazla tadını çıkaramadım buranın. Bahar gibi tekrar gitmek lazım ümidi var hala.

İlk gün daha kar yokken
Zagreb’de uçaktan indiğimde ilk söylediğim şey ‘soğuk’ oldu. Antalya’da büyümüş ve en fazla İstanbul soğuğunu görmüş biri olarak Zagreb benim içim maksimum donma noktasıydı diyebilirim. Havaalanından sonra tramvayla couchsurfing ile evinde kalacağımız Matea’nın yanına gitmek için yola koyulduk. Onun iş yeri de tramvaydan indiğimiz durağın bir 5 dakika ilerisindeydi. Dolayısıyla soğuğu içimize çeke çeke yürüdük. Çantalarımızı Matea’ya bıraktıktan sonra, şehir meydanı kabul edilen Trg Jelacica meydanına doğru bir 10 dakika daha yürüdük. Daha ilk saatten, kahve içip ısınmak için bir yer bulalım diye Emre’ye yalvarmaya başladım. Sadık dostumuz Lonely Planet’te gördüğümüz Booksa’ya gitmeye karar verdik fakat Booksa’yı bulmak çok da kolay olmayacaktı.

Trg Jelacica 
Lonely Planet’te yazan adresine güvenip düştüğümüz yollarda neredeyse kayboluyorduk. Adresin gösterdiği yere gittiğimizde bambaşka bir dükkanla karşılaştık. Etrafta kafeye benzer bir yer var mı diye şaşkın şaşkın bakınırken esmer bir Hırvat güzeli alakasız bir sokakta nereyi aradığımızı tahmin edercesine yardımcı oldu bize. Booksa’nın asıl yeri, adresin gösterdiği köşe apartmandan bir blok daha yürününce sağda kalıyor.
Ben açıkçası hem bir kitapçı hem de kafe sanıyordum burayı. Belki kitap bile alırım hatıra diye diyordum ki içeri girdiğimde buranın sakin bir kitap okuma ve ders çalışma amacıyla gelinen bir kafe olduğunu anladım. İçerde birçok öğrenci ders çalışırken bir yandan da bitki çaylarını veya taze çekilmiş kahvelerini içiyorlardı. Booksa’da sadece çay ve kahve servis ediliyor. Yol boyunca kaybola kaybola bilinmeyene doğru beni yürüten Emre’nin tatlı ısmarlama şeklindeki avutmaları da kursağımızda kaldı. Ama olsun, Zagreb’de ilk günümüzde soğuktan afallamış olduğumuz için iyi bir dinlenme molası oldu bizim için. Hatta ben bu sakinliğe dayanamayıp rahat koltuklarında yarım saat uyumuşum bile.

Emre cappuccino istedi, ben de bir papatya çayı aldım. Bitki çayları taze yapraklarıyla servis ediliyor. İsteğe göre poşet bitki çayları da var. Mekan belirttiğim gibi sakin ve huzurlu. Toplamda 3€ gibi komik birşey ödedik 1 kahve ve 1 çay için. Bizim gibi bir çılgınlık yapıp Zagreb’e Aralık soğuğunda gitmişseniz, Booksa gün arasında güzel bir dinlenme molası olabilir.

Zagreb’de restoranların çoğu ucuz. Dışarıdan çok lüks görünen bir restoranın menüsüne baktığınızda fiyatların ters orantılı bir şekilde çok uygun olacağını göreceksiniz. Porsiyonların büyük olduğunu söylemiştim zaten. Restoranların dışında geniş bir sokak yemekleri çeşitliliği var. Yine Trg Jelacica çevresinde küçük büfeler göreceksiniz. Izgara sosislerden tutun, makaralara, kreplere ve sıcak şaraplara kadar yiyecek ve içecek satan büfeler bunlar. Zagreb halkı soğuk dinlemeden hep dışarıda. Bu kadar soğuğa rağmen kafelerin ve pubların da dışarı oturma bölümleri hep açık. Cevapcici (köfte) ve burek (börek) de burada çok yaygın. Bunun dışında bir Dolac Market var ki kendinizi kaybedebilirsiniz tazelik ve çeşitlilikten. Dileyen hem dışarıdaki meyve-sebze bölümünden veya aşağı kattaki şarküteri ve fırın bölümünden kendine sandviç yaptırabiliyor. Dolac Market’ten daha ayrıntılı bahsedeceğim.


Zagreb mutfağında da dikkatimi çeken şeyler ızgaralar oldu. Porsiyonlar aşırı büyüktü ve etin yanında mutlaka patates veya yeşillik gibi garnitürler servis ediliyordu. Zagreb’de aslında iki çeşit mutfak göze çarpıyor. Biri daha Orta Avrupa’ya yakın bir Hırvat mutfağı, diğeri de daha İtalyan esintileri olan Dalmaçya mutfağı. Restoranların a la carte menüleri dışında günlük yemek menüleri de mevcut. Özellikle Dalmaçya mutfağının hakim olduğu restoranlarda taze günlük balık çeşitleri de bulabilirsiniz. Bunun dışında menülerde günlük çorbalar da bulunuyor. Hakiki bir Macar gulaş çorbası içebilir veya etli sebzeli bir çorbayla içinizi ısıtabilirsiniz.

İlk gecemizin akşam yemeği için seçtiğimiz restoran Tip Top. ‘Uzak gibi, gitmeyelim’ dedim başta ama gördük ki bizim dönüp dolaştığımız meydanın hemen bir blok ötesindeymiş Tip Top. 

Soğuğa karşı ultra dayanıksız olan ben ilk gecemizde hem güzel bir akşam yemeği yemek istiyordum hem de bir an önce kendimi sıcak bir restorana atmak. Haritadan yerine baktığımız Tip Top başta çok uzak gibi geldi, o yüzden başka bir yer bulalım diye kapris yaptım Emre’ye. Neyse ki iyi bir harita okuyucusu olan Emre, Tip Top’un sadece 1 blok ötede olduğunu keşfetti ve beni mutlu etti. Adresin gösterdiği binayı bulduk ama bu sefer de restoran yoktu ortada. Yan binadaki kozmetikçi hanım tarif etti de biz de ismi sadece kapısında küçücük yazan restoranı bulduk, aynı binanın köşesinde.


İtalyan motifleriyle dekore edilmiş küçük bir restoran Tip Top. İki salondan oluşuyor; yemek salonu ve pub. Biz masalarında pötikareli örtüleri bulunan yemek salonunda oturduk.

Başlangıç olarak domates çorbası söyledik. Bizim domates çorbamızdan farklı olarak içinde pirinç taneleri var. Kıvamını da rengi gibi koyu çorbanın ve baskın bir domates tadı var. Taze domatesten yapıldığı belli. Ekmekleri de taze ve lezzetliydi. 


Ana yemek olarak Emre dana şinitzel istedi, ben de eskalop dana bonfile söyledim. İkisi de gerçekten lezzetliydi. Özellikle bonfile az pişmiş olarak servis edildi ve eti daha suluydu. Baharatları da tam ölçüsünde konulmuştu. Porsiyonlar da çok büyük ve doyurucu.


Şarap olarak Korcula adasının yerli şarabından istedik. Yemeklerimizle çok uyumlu oldu. Şaraplar istediğin ölçüde servis ediliyor. Yani 2 kişi 75 cl’lik şarabı bitirmekte zorlanıyorsanız, bizim gibi 50 cl olarak isteyebilirsiniz. Üstelik şaraplar karafta servis ediliyor. Çok güzel bir ayrıcalık.

Tatlı olarak ortaya çikolatalı mousse aldık. Güzel bir final oldu. Toplamda iki kişi 220 Kuna ödedik.
Çalışanlar güleryüzlüydü ve iyi İngilizce konuşuyorlardı. Yemek ve şarap seçiminde çok yardımcı oldular. Yolumuz bir daha Zagreb’e düşerse bu sefer Tip Top’un taze balıklarını deneyelim diyoruz.


İlk akşamımız çok güzel geçti. Matea'nın evine dönüp eşi, çocukları, kedisi ve köpeğiyle tanışıyoruz. Sabah olunca Matea bize kahvaltı hazırlıyor, ben de bir Hırvat ailesi kahvaltıda neler yiyor onu gözlemliyorum. Öncelikle mısır gevreği çocukların olmazsa olmazı. Bunun dışında peynir, ekmek, salamdan başka kahvaltıda yoğurt, kurabiye ve meyve suyu da tüketiliyor. Tatlı çörekler, kekler, kurabiyeler de var masalarında. Yanında da kahve ve çay. 

Ve işte bugün, kar fırtınasına denk geldiğimiz gün. Dışarısı bembeyaz, o kadar beyaz ki 1 metre ötesini göremiyorsun fırtınadan. Eyvah dedik, tatil yalan oldu. Bir saat evde sabrettikten sonra fırtına dindi fakat arkasında diz mesafesinde kar bıraktı. Zar zor bir tramvay bulduk, şehir merkezine gittik ve müzelerimizi, kiliselerimizi gezdik. Öğleden sonra olunca bulunduğumuz bölgeye çok yakın olan Kerempuh'a gitmeye karar verdik. Buraya aslında dün gelmiştik, Tip Top'a karar vermeden önce fakat saat 17:00’da mutfağın yemek servisine kapandığını öğrendik. Bu sefer ikinci günümüzde öğle yemeği için gidiyoruz.






Dolac Market’e girdiğinizde hemen sol tarafta yine küçük bir restoran. Yeri biraz kuytuda gibi, hatta ilk bakışta fark etmiyorsunuz bile ama etrafa dikkatli bakınca Dolac’ın sol tarafındaki merdivenlerin üzerindeki beyaz kapısını fark ediyoruz. Dolac Market ile dip dibe olduğu için girişi biraz çöp kokuyor çünkü çöp konteynırları restoranın merdivenlerinin aşağısında kalıyor. Fakat koku içeri hiç girmemiş.

Yorum sitelerinde söylenenin aksine içerisi öyle deli kalabalık değil. Bizden başka 2 masa daha yemek yiyordu. Kerempuh az masalı, küçük bir restoran. Biz Aralık ayının ilk haftasında gittiğimiz için bu zamana özgü Christmas müzikleri çalıyordu (Santa Baby ve The Most Wonderful Time of the Year aklımda kalanlar).

Başlangıç olarak Emre domates çorbası istedi, ben de sebzeli et suyu çorbası. Domates çorbası Tip Top’takinden daha iyiydi. Aroması daha yerinde ve domatesi daha az baskındı. Başta Emre’yi kıskandım ve ben de keşke ondan söyleseymişim dedim ama benim çorbam da gayet lezzetli ve hafifti.


Ana yemek olarak ben Dalmaçya usulü biftek söyledim, Emre de Zagreb usulü cordon bleu söyledi. Porsiyonlar yine çok büyüktü. Benim bifteğim, yanında gnocchi ile geldi. Et kırmızı şarapla çektirilmişti ve bu sefer çok pişmiş olarak geldi. Emre kendi yemeğinden çok benimkini sevdi diyebilirim. Yemekle birlikte lokal bira olan Pan’ı denedik. Alkol oranı %4,5.

İki çorba, iki ana yemek ve iki bira için toplam 209 Kuna ödedik.






O akşam başka yemek yemiyoruz çünkü Kerempuh yeterince doldurdu midemizi. Bizde seçimimizi tatlıdan yana kullanıyoruz. Zagreb’in yine işlek sokakların olan Bogoviceva’da yürürken görüyoruz Millenneum'u. Üşümüşüz, sıcak bir kahve içmek istiyoruz, yanında da bir dilim pasta. Vitrinleri çeşit çeşit pastalarla dolu. Ben her zamanki gibi seçimimi çikolatalı bir pastadan yana kullanmak istiyorum ve vitrindeki en güzel pasta olan vişneli pastadan sipariş veriyorum. Emre de kendi klasiğini uyguluyor ve dışı Hindistan cevizi kaplamalı muzlu pastadan istiyor. Yanında da kahve söylüyoruz. Pastalar taptaze. Benimkinin içinde sanırım birazcık rom bile var. 




Ertesi sabah kahvaltıda burek yemek istedik. Dolac Market'in hemen sağındaki merdivenlerden inince sağınızda alıyor bu börekçi. İsmi, tabelasında yazdığı gibi Burek. Minicik bir dükkan. İçeride sadece bir kişi var. Hem burek servisi yapıyor, hem de boşları toplayıp temizliğini yapıyor. İster bar stili masalarda bureklerinizi yiyebilirsiniz, ister paket yaptırıp yanınızda götürebilirsiniz. Biz bir kıymalı bir de peynirli burek istiyoruz. Kocaman dilimler geliyor önümüze. Lezzet yine aynı; bol kıyma, az soğan ve aromalı bir peynir. o kadar kocaman ki ben bitiremiyorum ve Emre'ye devrediyorum kıymalısını. Hem çok ucuz, hem de süper lezzetli bir öğün oluyor bizim için.


Bureklerimizi yedikten sonra Dolac Market'i geziyoruz. Ben pazar gezmeyi çok severim. İstanbul'da da değişik pazarlara gitmeye çalışırım ama yabancı bir ülkenin pazarları daha çok ilgimi çeker. Çünkü bence pazarlar, o halkın yemek alışkanlıklarıyla ilgili bilgi edinebileceğiniz yerlerdir. Yiyeceklerin çeşitliliği ve sunumları özellikle ilgimi çeker. Dolac Market de çok zevk alarak gezdiğim bir pazar oldu. 







Açık havada sergilenen meyve ve sebzeler göze hitap ederken, aşağı kattaki şarküteri bölümü bir koku ziyafeti yaşatıyor. Fiyatlar çok uygun. Yiyeceklerin tazeliği canlı renklerinden belli oluyor. Biraz mandalina ve kuru incir alıyoruz Dolac Market'ten ve aşağı kata iniyoruz. Burada çeşit çeşit füme et, sosis ve peynir bulabilirsiniz. Et ve kahvaltılık ürünler dışında turşu tezgahları ve ufak marketler de mevcut. Zagreb'de sadece 1 saatinizi Dolac Market'e ayırın derim.


Dolac Market'ten aldığımız mandalinaları hemen yemeye başladık.
Üçüncü günümüzü Maksimir Park'ta geçiriyoruz. Tramvay ile ulaşım çok kolay. Parkın içi bir gün öncesinden biriken karlarla dolu. Aileler çocuklarını da almış gelmişler. Parkın sonuna doğru bir kayak pisti var. Mini mini çocuklar kızaklarıyla kayıyorlar. Zamanınız varsa parkın içindeki hayvanat bahçesini de gezebilirsiniz.

Maksimir Park

Akşam yemeği için bu sefer lokal tatların dışına çıkıp, enternasyonal bir yemek yiyoruz: pizza. "Karijola'da pizza yemeden dönmeyin!" uyarıları var kafamızda. Dolayısıyla son gecemizi bu muamma lokasyona sahip pizzacıda geçiriyoruz. 

Karijola'nın yerini bulmak için haritalar telef oldu diyebilirim. Hadi haritada yerini bulduk diyelim, bu sefer de oraya nasıl gideriz, hangi tramvaya binip nerede inmemiz gerek, hangi yoldan gitmemiz gerek soruları kaldı. Deneme yanılmayla bulalım dedik, işi gerçekten şansa bıraktık ve akşamın bir vakti karanlıkta yola düştük.
Tam olarak şöyleydi: Bana Jelacic meydanından Ljublujanica yönüne giden 12 numaralı tramvaya bindik. Teknik Müze durağında indik. Tratinska caddesi üzerinde az biraz yürüyünce yol ikiye ayrılıyor. Sağdaki sokaktan devam ediyoruz: Kranjceviceva Caddesi. Yaklaşık 5 dakika yürüyünce solda Hotel Laguna’yı görüyoruz. Otelin hemen karşı kaldırımında, yani sağ tarafımızda, küçücük bir ara var. İşte Karijola tam o arada, sanki saklanmış ve keşfedilmeyi bekliyormuş gibi.


Dışarıdan küçük bir restoran gibi görünüyor ama içeri girince görüyoruz ki iki salonu ve bir asma katı var. Servis elemanı hemen bize İngilizce menü getiriyor. Menüde 12-13 çeşit pizza var. Ben yukarıdaki resimde gördüğünüz közlenmiş domatesli pizzayı söyledim. Hızımı alamayıp üzerinde bir de ekstradan roka istedim. Emre de aşağıdaki resimde görünen sheiki mantarlı ve bol peynirli pizzadan denedi.


Mantarların kendisini yerseniz tatsız tuzsuz gelebilir fakat pizzanın peynirleriyle birlikte tadı birden mükemmelleşiyor. Bense iyi ki pizzama ekstra roka istemişim diyorum. Benim pizzamda bacon var üzerindeki yağın ağırlığı bile hissedilmiyor. Karijola'da pizzaların en güzel yeri de çıtır çıtır olan kenarları. Aynı bizim kebapçılardaki balon lavaşlar gibi. Kenarlarını yedikçe yiyesiniz geliyor. Hatta çok doyduğum için pizzamın son dilimini yiyememiş olmama rağmen pizzanın kıtır kenarını tırtıklıyorum.


Pizzanın yanında ben bir Tomislav ale, Emre de Karlovacko istedi. Emre'yle benim fiziklerimizle ters orantılı olarak Tomislav 50 cl, Karlovacko 25 cl idi. Son gecemizde çok güzel bir akşam yemeği yemiş olduk. Tabi içeride Kings of Convenience çaldıkları için Karijola'ya benden artı bir puan geldi. Toplamda 140 Kuna gibi bir hesap ödedik ve geldiğimiz yolu takip ederek meydana geri döndük.


Daha zaman erkendi ve son gecemizde biraz Zagreb sokaklarında vakit geçirelim dedik. İyice yürüyüp pizzaları erittikten sonra büfelerin yanından geçerken makara yemeye karar verdik. Kolutti adındaki büfeden kakaolu ve tarçınlı makara aldık. Büfenin önü tıklım tıklım. Feci bir sıra var. İki güzel kadın işletiyor büfeyi. Sıranın bize gelmesi ve makaramızın pişmesi yaklaşık bir on dakikayı alıyor. Sonrasında da fırından yeni çıkmış, sıcaklığı el yakan makaramızı yemeye başlıyoruz. Gecenin tatlısını da aradan çıkarmış olduk. Şimdi bir de son gecemize özel bir kapanış yapmak gerekiyor. Sıcak şarap içelim diyoruz. Fünikülerin olduğu sokaktaki Vino&Ino isimli büfeden de sıcak şaraplarımızı alıyoruz. 

Sokaklar insan dolu ve her büfeden bir müzik yükseliyor. Çok canlı bir şehir Zagreb. İnsanlar soğuğa aldırmıyorlar hiç. Mini etek ve ince ten çoraplarıyla dolaşan Hırvat afetlerine "Üşümüyor musun?" diye sormak istiyorum. Ben soğuğa karşı dirençsiz olduğum için çok tadını çıkaramadım ama mutlaka daha sıcak bir iklimde tekrar gelmek istiyorum buraya. Bütün bu soğuğa rağmen sevdiğim insanla çok güzel bir tatil geçiriyorum ve farklı bir mutfak hakkında gözlem yapıyorum. Benim içimde kaldı, balık yiyemedim ama bence Zagreb'e gelenler mutlaka restoranların taze balık menülerine bir göz atsınlar.