Sırbistan’la birlikte Balkanlar’daki dördüncü ülkeyi ve
Belgrad ile altıncı şehri yazıyorum. Belgrad gezisinden sonra gördüm ki, Balkan
ülkelerinin yemek kültürleri birbirine çok benziyor. Aynı zamanda hepsi Osmanlı
ve Avrupa mutfaklarından da esintiler almışlar. Belli başlı yemekler var
mesela, her şehirde aynı isimle karşınıza çıkabiliyor. Örneğin cevapcici (köfte), burek (börek), rakija
(rakı) gibi... Sırp mutfağına da diğer Balkan mutfakları gibi ızgaralar hakim.
Dana, kuzu, tavuk, domuz ve ördek yemekleri her menüde bulunuyor. Bunun dışında
köfte diye tabir edeceğimiz cevapcici
ve pljeskavica da mevcut. Her
restoranın kendi spesiyalitesi olan karışık et tabakları çokça tercih ediliyor
çünkü böylece menüdeki çoğu et yemeklerini denmiş oluyorsunuz. Porsiyonlar çok
geniş; hem tabaktaki et dilimleri çok büyük, hem de yanında zengin garnitür
çeşitleriyle geliyor. Etlerin dışında bize yabancı gelmeyen sarma ve musakka
gibi menüler de çoğu restoranın menülerinde mevcut.
Sokak lezzeti olarak burada da burek çıkıyor karşımıza. Bu sefer sadece börekçiler de değil,
pastaneler ve fırınlar bile burek satıyorlar. Hem su böreği tarzı yağlı ve bol
yufkalı burekler, hem de değişik malzemeli kol börekleri fırınlarda mevcut.
Yanında adet yerini buluyor ve yoğurt içiliyor. Yani bildiğimiz kapalı ayran
fakat üstünde yoğurt yazıyor. Yoğurda uygun olarak da kıvamı ayrandan oldukça
yoğun. Burek dışında dilim pizza dükkanları, patlamış mısır büfeleri, yaşlı
hanımların başında durduğu dondurma tezgahlarını da sokaklarda bolca
görebilirsiniz.
Biraya pivo
deniyor. İki çeşit Sırp birası var: Lav ve Jelen. Biradan ziyade buranın gurme
içkisi meyvelerden yapılan rakijalar.
İster üzümden, ister ayvadan, ister erikten ve daha da fazlası. Genellikle kafe
ve bar menülerindeki rakija bölümlerinde bol çeşitlerine rastlayabilirsiniz.
Bazı restoranlar rakijasını kendileri yapıyorlar. Ev yapımı rakija denemek
isteyenler için ideal fakat şimdiden söylemeliyim ki rakijanın tadı bizim sek
rakımızdan da sert. Alkol oranının %60’a çıktığı bile oluyor. Fondip yapanın
vay haline, resmen yemek borunuzu uyuşturuyor. Marketlerde 50 ml’lik şişelerde
satılan rakija çeşitlerini bulabilirsiniz. Anahtarlık ve magnetten ziyade daha
orjinal bir hediye olacaktır.
Ada Ciganlija |
Belgrad gezimiz bol et ve rakija ile geçti. 3 gün kaldık ve
dolu dolu bir 3 gün geçirdik. Mutlaka gidilmesi gereken yerlerin başında Ada
Ciganlija geliyor. Belgrad’ın güneybatısında, Sava Nehri üzerinde konumlanmış
küçük bir ada burası. Buranın en büyük özelliği halkın deniz yüzü görebilmesi.
Gerçi nehrin içinde yüzüyorlar ama genel olarak baktığımızda adadaki sosyal
yaşam çok hareketli. Restoranlar, plajlar, su topu maçları, bisiklet ve paten
sürenler, su kayağı yapanlar gibi spora ve sosyalleşmeye dahil ne varsa bu
adada. Onu dışında Kalemegdan, Nikola Tesla Müzesi ve Knez Mihailova Caddesi de
görülmeye değer. Merkeze yakın bir yerlerde kalmak istiyorsanız Skadarlija
bölgesi çok uygun. Sokağın iki yanı da kafe ve restoranlarla dolu. Akşamları
canlı müzik olan yerler de var. Buraya aynı zamanda bohem sokağı da deniyor,
genellikle sanatçıların takıldığı bir sokak olmasından dolayı. Biz de konaklama
tercihimizi hem lokasyonundan hem de uygun bir hostel bulmamızdan dolayı
Skadarlija’dan yana kullandık.
Skadarlija |
Havaalanından çıkınca servislerle Trg Slavija meydanına
gittik, oradan da hostelimizi bulmak için dünyanın yolunu yürüdük. En sonunda
sora sora Skadarlija’daki hostelimize varıyoruz. Konaklama hikayemiz de başlı
başına macera aslında ama hiç oralara girmeyelim. Neyse ki bir gece
sabrettikten sonra şikayet etmemize gerek kalmadan bizi daha uygun bir odaya
geçirdiler. Uçağa binmeden yediğimiz yemekler midemizde erimiş gitmiş. Hemen
akşam yemeği için dışarı attık kendimizi. Önceden hazırladığım restoran
listesine bakınca ve otele en yakın restoranı seçiyorum. Sadece birkaç sokak
ötedeki Little Bay için çoğu yerden
tavsiye almıştım zaten. Çok yakın olması avantajımız oldu.
Rezervasyonumuz yok ama dışarıda sokağa bakan çok güzel bir
masa bulduk kaldırımın üzerinde. Ayrı olarak bir iç mekanı ve iç bahçesi de
var. İyi İngilizce konuşan garsonumuz hemen menüleri getirdi. Yaklaşık 5 tane
falan menü geldi önümüze. Nasıl yani demeye kalmadan kibar garsonumuz hepsinin
açıklamasını yaptı. Günlük yemek menüsü, günlük şarap menüsü, restoranın a la
carte yemek menüsü, özel şarap menüsü, ve tatlı menüsü. Sadece 3 menüden seçim
yaptık. Günün menüsünden bir bezelye çorbasıyla başladım. Püre haline getirilmiş bezelyeye kremayla kıvam verilmiş ve bu harika çorba çıkmış ortaya. Benim gibi yazın yeşil sebzelerden vazgeçemeyenlerin çok seveceği bir çorba bu. Bu arada biz yazın gittiğimiz için
çok fazla çorba içmedik ama menüler dikkatlice incelendiğinde çok farklı
çorbalar olduğunu göreceksiniz.
Restoran menüsünün içinde bir de tadım menüsü var ki,
menüdeki bütün ana yemeklerden küçük porsiyonlar sunuyor. Hepsinin tadına
bakmak mantıklı olabilir diye düşündük. Tabi biz böyle iki lokmalık porsiyon
düşünürken kocaman yayık bir tabakta geldi tadım menümüz. İki değil bence dört
kişi rahat doyar. Elbette ki biz bitiremedik koca tabağı.
Sırp mutfağının genelde et olarak spesyalleri var demiştim.
Bizim tadım menümüzde de etin her çeşidi mevcuttu. Resimde de görüleceği gibi
dana eti, kuzu eti, tavuk eti ve domuz eti. En çok börek içindeki kuzu etli
parçayı sevdik. Etlerin yanında patatesi, sebzesi de geliyor tabakta. Özellikle
bir patates ızgara var ki, bir daha gitsem sırf o patatesin olduğu ana yemeği
seçebilirim.
Şarap olarak günlük şarap menüsünden yine Vranac üzümünden
yapılan bir Sırp şarabı seçtik. Etlerimizle çok güzel gitti. Tatlı için o kadar etten sonra yerimiz kalmadı. Bu arada
yemekten önce servis edilen yoğurtlu sarımsaklı dip sosu ve çeşit çeşit taze
ekmeklerin lezzetini belirtmeden geçemeyeceğim. Toplam hesabımız 4.230 dinar geldi. Yani 42 Euro diyelim.
Ücrete kişi başı 120 dinar olan servis ücreti de dahil.
İlk gün için mükemmel bir tercih yapmışız. Bu arada Little
Bay’in hemen karşısında şu an ismini hatırlayamadığım bir restoran mevcut ve
çok hoş canlı müzik programları var. Karşı restoranda olmamıza rağmen müzikten
faydalandık.
Knez Mihailova müzisyeni |
Akşamları Knez Mihailova caddesi çok canlı oluyor. Yemek sonrası biraz caddeyi gezdik. Bizim İstiklal Caddesi'nden hallice, daha kısa bir cadde fakat sokak aktiviteleri çok fazla. Canlı müzik yapan gruplar, illüzyon gösterileri, aksesuar satıcıları bütün caddeyi doldurmuş.
Ertesi sabah, Skadarlija’nın tam girişinde, ismini keşke not alsaydım
dediğim, küçük fırına gidiyor ve burek yiyoruz. Balkanlardaki burekler bizdekinden biraz farklı. Bir
kere en üstteki yufkası iyice çıtır çıtır olana kadar pişiyor. O kadar sert bir
kıtırlığı var ki bazen kesilmiyor, hatta kopmuyor. Sonra içindeki kıyması bol,
sebzesi az. İç yufkası da yumuşacık. Balkan burekini ilk Zagreb’de denemiştik.
Açıkçası oradakini biraz yağlı bulmuştum. Belgrad’da gördüm ki burek genel
olarak yağlı. Rahatsız edecek kadar bir yağ değil, aksine bence bureke
lezzetini veren kullanılan yağ diye düşünüyorum. Burekleri lezzetli bulduk.
Yanında yoğurt da yedik. Adet böyle.
Kalemegdan |
Artık Belgrad'da ikinci günümüze başlayabiliriz. Bugün öğlene kadar buranın simgesi olan Kalemegdan’ı gezelim dedik. Burası adı üstünde ‘kale meydanı’. Kaleye giriş için parkın içinden geçiliyor. İçeride yaklaşık 3 tane kale kapısı var. Bunlardan en ünlüsü Stambol Gate, yani İstanbul kapısı. Burası Osmanlı döneminden kalmış bir kale. Yaklaşık 2 saat kaleyi geziyoruz. Kalenin içinde mükemmel bir Danube nehri ve Belgrad ormanları manzarası olan bir restoran bulunuyor: Kalemegdan Terassa. Kahvaltıda yediğimiz burekler hala midemizden gidemediği için çok aç değiliz. Akşam için de güzel bir yerde yemek yemek istiyoruz bu yüzden şimdilik hem bir şeyler atıştıralım, hem de bu manzaranın keyfini çıkaralım diye Kalemegdan Teras’a oturuyoruz. Atıştırmalık bir şeyler istediğimi için krompir söylüyoruz. Kulağa benzer gelmesinden dolayı krompiri bizim kumpir sanıyoruz. Biz fırında patates beklerken patates kızartması geliyor önümüze. En azından patates kısmını tutturmuşuz. Şikayet etmiyoruz çünkü söylediğimiz biralarla patates kızartması harika gidiyor. Tam yorgunluk sonrası keyif. Manzara da harika.
Stambol yani İstanbul Kapısı |
Kalemegdan'dan manzara |
Bizim gittiğimiz saatte tam bir lounge tarzı var ama akşamları burası süper lüks bir fine-dining restoran. Ana yemekler 800-1500 dinar arasında. Krompir için 270 dinar, Lav biralarımız için de 430 dinar ödüyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.
Krompir |
Yaz günü sıcakta canınız dondurma çektiğinde ev yapımı dondurmaları olan Moritz Eis'ı deneyebilirsiniz. Knez Mihailova üzerinde bir ara sokakta küçük ama ünlü bir
dondurmacı burası. İçeri girdiğimizde inanılmaz bir kalabalık var. Neyse ki hemen sıra
bize geliyor ve ev yapımı lezzetli dondurmalardan yiyebiliyoruz. Bitter ve
beyaz çikolatalı dondurmaları tavsiye ederim.
Öğleden sonramızı Nikola Tesla Müzesi ve Sveti Sava Katedrali'ne ayırdık. Özellikle Nikola Tesla Müzesi'nin mutlaka görülmesi gerek. 1 saatlik rehberli bir tur yapılıyor müzenin içinde. Tur dahilinde, Tesla'nın icatlarının küçük bir deneyi bile yapılıyor. Üstelik deneylere siz de dahil olabiliyorsunuz.
Tesla Müzesi'nin içinde bir çeşit elektrik deneyi |
Akşam yemeğine Emre'nin Sırp arkadaşı Uros'la akşam yemeği yiyeceğiz. Uros ile Emre, 2011 yılında Norveç'te gerçekleşen İSFİT öğrenci kampından tanışıyorlar. O zamandan beri de bağlantıları kopmuyor. Uros'la bizim seçtiğimiz bir restoranda buluşuyoruz: Questionmark.
Yine Belgrad’da en fazla merak ettiğim restoranlardan biri burası. ?Restaurant diye de
geçiyor çoğu yerde. Çok eski bir restoran ve çok da ilginç bir hikayesi var.
İlk açıldığında St. Mark Katedralinin tam karşısında olduğu için ismi Cathedral
Cafe koyuluyor. Daha sonra bazı dini bütün çevrelerce kutsal bir yerin ismi bir
restorana verilemez diye eleştiri gelince, restoran sahibi de restoranın ismini
soru işareti olarak bırakıyor. Kitaplarda, dergilerde böylece ? Restaurant veya
Questionmark diye geçiyor. Uros daha önce buraya hiç gelmemiş. Biz onu yaşadığı şehirde güzel
bir restoranla tanıştırıyoruz, o da bizi menüdeki geleneksel Slav yemekleriyle.
Ben başlangıç olarak yukarıda gördüğünüz kabak musakka ile başlıyorum. Yani
bizim musakkadaki patlıcanı çıkar, koy kabağı. Benim gibi sebzenin her
türlüsünü sevenler bu çeşit bir musakkayı da çok sevecektir. Bunu İstanbul’daki
evimde de denemem lazım.
Ana yemek olarak paylaşabileceğimiz bir ızgara tabağı
söylüyoruz Emreyle. Uros, o gün et yiyemiyor çünkü onun için kutsal bir gün. Bu
geleneksel Slav bayramından ayrıca söz edeceğim.
Izgara tabağımızda kuzu pirzola, tavuk fileto, cevapcici yani köfte, dana eti, domuz
eti ve sosis var. Sosis hariç hepsini beğeniyorum. Etleri kurutmadan
pişirmişler. Ben salata sevdiğim için Uros bana shopska salata tavsiye ediyor. İçinde domates, salatalık, soğan ve
üstünde de beyaz peynir var. Peynir yumuşak, kıvamı lorumsu ve tuzlu, salataya
çok güzel uyuyor. Toplamda 3 kişilik yemek ve şarapla beraber 3.210 Dinar ödüyoruz. Yani 32 Euro civarı.
Knez Mihailova’ya 10 dakikalık bir yürüme mesafesinde
Questionmark. Aziz Mark Katedralinin hemen karşısında. İç ve dış oturma bölümü
var. Dışarıda oturunca katedral manzaranız oluyor. Çalışanlar güleryüzlü ve çok
eğlenceli. Yemek seçimiyle Uros ilgilendiği için genellikle onunla konuşuyor
garsonumuz. Bizim masaya da özel bir ilgi alaka var tabi. Çok keyifli bir akşam yemeği yiyoruz burada. Sadece akşam
yemeği için değil, sakin bir muhitte olmasından dolayı bence günü her saati
gelip vakit geçirebileceğiniz bir yer burası.
Tatlı'ya Uros'un tavsiye ettiği Glumac diye bir büfede bir yerde devam ediyoruz. Burası Palacinke’siyle
ünlü. Yani pankek. Yol üstü minik bir büfe burası ama sirkülasyon çok fazla.
Masalar hiç boş kalmıyor. En ünlü pankek çeşidi plazma yani nutella ve cookie parçacıklı pankek. Nutella-muz çeşidi
de var. Porsiyonlar aşırı büyük. Zaten çok tatlı olduğu için bir porsiyonu iki
kişi rahatlıkla paylaşabilir. Çok kalabalık olduğu için siparişler
gecikebiliyor. Belgrad’ın çoğu mahallesinde çok rahat bir Glumac büfesi
bulabilirsiniz.
Plazma Placinke |
Geceyi rakija ile sonlandırmak için tercihimiz Kasina. Terazije caddesinde yol üstü bir kafe burası. Kafe diyorum
ama oldukça büyük bir alana konumlanmış. Hem içerde hem dışarıda kaldırımda
masaları var. Yoğunluk yaz olduğu için dışarıda tabi. Haftasonları canlı müzik
var. Medovaca rakija içiyorum, yani baldan yapılmış rakı. Rakijanın güçlü
aroması balın tatlısını almış götürmüş. Ya minik yudumlarla ya da tek shot
olarak içilmesi makbul. Zira bildiğiniz yakıyor.
Yarın önemli bir gün çünkü Uros bizi evine Slava yemeğine davet etti. Slava, Sırpların geleneksel bayramı. Daha sonraki yazımda Slava'ya ayrı olarak geniş bir yer ayırıp, sofra geleneğini ayrıntılarıyla anlatacağım.
Trg Republike meydanı |
Belgra'daki son günümüzde Ada Ciganlija'ya gittik. Yazının başlarında ada hakkında bilgi vermiştim zaten. Biz adada kalışımız boyunca bisiklete bindik ve bütün adayı bisikletle turladık. Bu benim için özel bir zamandı çünkü yaklaşık 7 yıl önce geçirdiğim ciddi bir bisiklet kazasından sonra ilk defa korkumu yenip bisiklete bindim. Adada çok fazla restoran mevcut fakat görünüşe göre çoğu tatil köyü kafasında çalışıyorlar. Adaya giden otobüslerin kalktığı durakların altında bir kapalı pazar var. Oradan yiyeceğini alıp adanın mis gibi havasında küçük bir piknik yapmak daha keyifli sanki.
Gün içinde kahve içmek isterseniz Greenet Cafe'yi öneriyorum. Terazije’nin üzerindeki Nusiceva aralığından girince göreceksiniz bu küçük bir kafeyi. Öğreniyoruz ki
mochasıyla ünlüymüş. Dedikleri kadar var, gerçekten mochası çok lezzetli. Bir
ara lavabo için içeri girdiğimde görüyorum ki bar bar çikolata eritiyorlar
mocha için. Lezzeti doğallığındanmış diyorum.
Uros'lardan akşam yemeğinden gelince Belgrad'da son gecemizi geçirmek üzere ilk günden beri en çok merak ettiğim bir pub olan Federal Association of Globe Trotters'a gidiyoruz. Belgrad'ın gizli barı diye geçiyor seyahat
kitaplarında. Gerçekten de sır gibi bir yerde gizlenmiş sanki. Burası çok ilginç bir bar çünkü
ana cadde üzerinde bir binanın zemin katında yer alıyor. Binanın girişinden ilerleyince aşağı doğru inen
merdivenlerin başında acaba doğru yere mi ilerliyorum diye düşünüyorsunuz. Daha
sonra, apartman konseptinden çok farklı bir dünyaya girdiğinizi fark
ediyorsunuz.
Buranın bir hikayesi de var. 1999'da NATO bombardımanından sonra izole edilen Sırbistan'da, buranın kurucusu Mirko Stankovic insanların bir araya gelip fikir paylaşımı yaptıkları bir yer yaratmak istemiş. Herkes bir eşyayla katkıda bulunmuş ve Mirko'nun kaldığı apartmanın bodrum katında böyle bir yer yaratmışlar. Mirko'nun dediğine göre, herşeyin sınırlardan ibaret olduğu o zamanlarda sınırları reddederek, birbirleriyle ve dünyayla bağlantılarını koparmadan yaşadıkları bir yermiş burası. İlk başlarda ziyaretçiler yalnız Belgrad halkından ibaret olsa da, Sırbistan sınırları açılınca tüm dünyadan ziyaretçiler gelmeye başlamış. Bunların içinde dünyaca ünlü sanatçılar bile var. Mirko'nun tek isteği Belgrad yaşadıkça, farklı kültürlerdeki insanların ziyaretleriyle birlikte buranın da yaşaması. (Kaynak: Lonely Planet, Western Balkans: 2009)
Burası ilginç bir bar dedim çünkü Singer dikiş makinesi konseptli
masaları var. Evet, bir dikiş makinesinin üzerinde kokteylinizi içiyorsunuz. Sanırım ilk başta bağışlanan eşyalardan biri bu dikiş makineleri. Dekorasyonu kalabalık; duvarlar, tavanlar hep asılı resim ve objelerle dolu.
Singer |
Kokteylleriyle ünlü olduğunu duyduk ve biz de iki kokteyl söyledik. Ben New
Punk söyledim ve pişman oldum, çünkü Emre’nin Globe Trotters kokteyli daha
güzeldi. Emre kokteylinin yanına bir de ayva rakijası söyledi, yani dunjevaca rakija ve içi yana yana içti.
Kokteyller ortalama 290 dinar yani 3 Euro bile değil; rakija da 175 dinardı.
Bence Belgrad’da mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri bu gizli bar.
Öndeki kırmızı New Punk, arkadaki Globe Trotters |
3 günlük Belgrad gezimiz de sona erdi. Bu gezinin en güzel yanı, kendi açımdan, daha sonraki yazımda detaylı olarak bahsedeceğim Slava yemeğine katılmak oldu. Şimdiden ipucu vermek gerekirse tam olarak bir aile ve arkadaş toplanmasıydı. Uros'un annesi harika yemeklerle masayı donatmıştı. Güzel anne, sofradaki her yemeğin nasıl yapıldığını istekle anlattı, Uros da büyük bir sabırla annesinin anlattıklarını Sırpça'dan İngilizce'ye çevirdi benim için. Elimde harika tarifler, aklımda çok güzel hatıralarla ayrılıyorum Belgrad'dan.