Sayfalar

19 Ocak 2014 Pazar

Balkanların Tadı - 2: Zagreb


Zagreb’e Aralık ayında, tam da Balkanlar'daki soğuk hava dalgasının nüksettiği bir zamanda gittik. Tabi ki havanın günlük güneşlik olmasını beklemiyordum ama bu kadar soğuğu daha önce de hiç yaşamamıştım, itiraf edeyim. Yaklaşık 3 gün kaldık Zagreb’de. Couchsurfing sayesinde çok tatlı bir ailenin kedili ve köpekli evinde kaldık. 3 gün boyunca sokaklara kaybolduk, kar fırtınasının ortasında kaldık, buzlu kaldırımlarda düşme tehlikesi atlattık ama keyifli bir gezi oldu. Couchsurfing yaptığımız için bütçemizi yemeğe ve gezmeye ayırdık. Çok güzel restoranlarda yemek yedik, güzel kafelerde kahvemizi içtik, sokak lezzetlerini denedik. Bembeyaz karda Zagreb manzarası bir başka güzel olabilir tabii ama soğuktan ve yağan kardan ben fazla tadını çıkaramadım buranın. Bahar gibi tekrar gitmek lazım ümidi var hala.

İlk gün daha kar yokken
Zagreb’de uçaktan indiğimde ilk söylediğim şey ‘soğuk’ oldu. Antalya’da büyümüş ve en fazla İstanbul soğuğunu görmüş biri olarak Zagreb benim içim maksimum donma noktasıydı diyebilirim. Havaalanından sonra tramvayla couchsurfing ile evinde kalacağımız Matea’nın yanına gitmek için yola koyulduk. Onun iş yeri de tramvaydan indiğimiz durağın bir 5 dakika ilerisindeydi. Dolayısıyla soğuğu içimize çeke çeke yürüdük. Çantalarımızı Matea’ya bıraktıktan sonra, şehir meydanı kabul edilen Trg Jelacica meydanına doğru bir 10 dakika daha yürüdük. Daha ilk saatten, kahve içip ısınmak için bir yer bulalım diye Emre’ye yalvarmaya başladım. Sadık dostumuz Lonely Planet’te gördüğümüz Booksa’ya gitmeye karar verdik fakat Booksa’yı bulmak çok da kolay olmayacaktı.

Trg Jelacica 
Lonely Planet’te yazan adresine güvenip düştüğümüz yollarda neredeyse kayboluyorduk. Adresin gösterdiği yere gittiğimizde bambaşka bir dükkanla karşılaştık. Etrafta kafeye benzer bir yer var mı diye şaşkın şaşkın bakınırken esmer bir Hırvat güzeli alakasız bir sokakta nereyi aradığımızı tahmin edercesine yardımcı oldu bize. Booksa’nın asıl yeri, adresin gösterdiği köşe apartmandan bir blok daha yürününce sağda kalıyor.
Ben açıkçası hem bir kitapçı hem de kafe sanıyordum burayı. Belki kitap bile alırım hatıra diye diyordum ki içeri girdiğimde buranın sakin bir kitap okuma ve ders çalışma amacıyla gelinen bir kafe olduğunu anladım. İçerde birçok öğrenci ders çalışırken bir yandan da bitki çaylarını veya taze çekilmiş kahvelerini içiyorlardı. Booksa’da sadece çay ve kahve servis ediliyor. Yol boyunca kaybola kaybola bilinmeyene doğru beni yürüten Emre’nin tatlı ısmarlama şeklindeki avutmaları da kursağımızda kaldı. Ama olsun, Zagreb’de ilk günümüzde soğuktan afallamış olduğumuz için iyi bir dinlenme molası oldu bizim için. Hatta ben bu sakinliğe dayanamayıp rahat koltuklarında yarım saat uyumuşum bile.

Emre cappuccino istedi, ben de bir papatya çayı aldım. Bitki çayları taze yapraklarıyla servis ediliyor. İsteğe göre poşet bitki çayları da var. Mekan belirttiğim gibi sakin ve huzurlu. Toplamda 3€ gibi komik birşey ödedik 1 kahve ve 1 çay için. Bizim gibi bir çılgınlık yapıp Zagreb’e Aralık soğuğunda gitmişseniz, Booksa gün arasında güzel bir dinlenme molası olabilir.

Zagreb’de restoranların çoğu ucuz. Dışarıdan çok lüks görünen bir restoranın menüsüne baktığınızda fiyatların ters orantılı bir şekilde çok uygun olacağını göreceksiniz. Porsiyonların büyük olduğunu söylemiştim zaten. Restoranların dışında geniş bir sokak yemekleri çeşitliliği var. Yine Trg Jelacica çevresinde küçük büfeler göreceksiniz. Izgara sosislerden tutun, makaralara, kreplere ve sıcak şaraplara kadar yiyecek ve içecek satan büfeler bunlar. Zagreb halkı soğuk dinlemeden hep dışarıda. Bu kadar soğuğa rağmen kafelerin ve pubların da dışarı oturma bölümleri hep açık. Cevapcici (köfte) ve burek (börek) de burada çok yaygın. Bunun dışında bir Dolac Market var ki kendinizi kaybedebilirsiniz tazelik ve çeşitlilikten. Dileyen hem dışarıdaki meyve-sebze bölümünden veya aşağı kattaki şarküteri ve fırın bölümünden kendine sandviç yaptırabiliyor. Dolac Market’ten daha ayrıntılı bahsedeceğim.


Zagreb mutfağında da dikkatimi çeken şeyler ızgaralar oldu. Porsiyonlar aşırı büyüktü ve etin yanında mutlaka patates veya yeşillik gibi garnitürler servis ediliyordu. Zagreb’de aslında iki çeşit mutfak göze çarpıyor. Biri daha Orta Avrupa’ya yakın bir Hırvat mutfağı, diğeri de daha İtalyan esintileri olan Dalmaçya mutfağı. Restoranların a la carte menüleri dışında günlük yemek menüleri de mevcut. Özellikle Dalmaçya mutfağının hakim olduğu restoranlarda taze günlük balık çeşitleri de bulabilirsiniz. Bunun dışında menülerde günlük çorbalar da bulunuyor. Hakiki bir Macar gulaş çorbası içebilir veya etli sebzeli bir çorbayla içinizi ısıtabilirsiniz.

İlk gecemizin akşam yemeği için seçtiğimiz restoran Tip Top. ‘Uzak gibi, gitmeyelim’ dedim başta ama gördük ki bizim dönüp dolaştığımız meydanın hemen bir blok ötesindeymiş Tip Top. 

Soğuğa karşı ultra dayanıksız olan ben ilk gecemizde hem güzel bir akşam yemeği yemek istiyordum hem de bir an önce kendimi sıcak bir restorana atmak. Haritadan yerine baktığımız Tip Top başta çok uzak gibi geldi, o yüzden başka bir yer bulalım diye kapris yaptım Emre’ye. Neyse ki iyi bir harita okuyucusu olan Emre, Tip Top’un sadece 1 blok ötede olduğunu keşfetti ve beni mutlu etti. Adresin gösterdiği binayı bulduk ama bu sefer de restoran yoktu ortada. Yan binadaki kozmetikçi hanım tarif etti de biz de ismi sadece kapısında küçücük yazan restoranı bulduk, aynı binanın köşesinde.


İtalyan motifleriyle dekore edilmiş küçük bir restoran Tip Top. İki salondan oluşuyor; yemek salonu ve pub. Biz masalarında pötikareli örtüleri bulunan yemek salonunda oturduk.

Başlangıç olarak domates çorbası söyledik. Bizim domates çorbamızdan farklı olarak içinde pirinç taneleri var. Kıvamını da rengi gibi koyu çorbanın ve baskın bir domates tadı var. Taze domatesten yapıldığı belli. Ekmekleri de taze ve lezzetliydi. 


Ana yemek olarak Emre dana şinitzel istedi, ben de eskalop dana bonfile söyledim. İkisi de gerçekten lezzetliydi. Özellikle bonfile az pişmiş olarak servis edildi ve eti daha suluydu. Baharatları da tam ölçüsünde konulmuştu. Porsiyonlar da çok büyük ve doyurucu.


Şarap olarak Korcula adasının yerli şarabından istedik. Yemeklerimizle çok uyumlu oldu. Şaraplar istediğin ölçüde servis ediliyor. Yani 2 kişi 75 cl’lik şarabı bitirmekte zorlanıyorsanız, bizim gibi 50 cl olarak isteyebilirsiniz. Üstelik şaraplar karafta servis ediliyor. Çok güzel bir ayrıcalık.

Tatlı olarak ortaya çikolatalı mousse aldık. Güzel bir final oldu. Toplamda iki kişi 220 Kuna ödedik.
Çalışanlar güleryüzlüydü ve iyi İngilizce konuşuyorlardı. Yemek ve şarap seçiminde çok yardımcı oldular. Yolumuz bir daha Zagreb’e düşerse bu sefer Tip Top’un taze balıklarını deneyelim diyoruz.


İlk akşamımız çok güzel geçti. Matea'nın evine dönüp eşi, çocukları, kedisi ve köpeğiyle tanışıyoruz. Sabah olunca Matea bize kahvaltı hazırlıyor, ben de bir Hırvat ailesi kahvaltıda neler yiyor onu gözlemliyorum. Öncelikle mısır gevreği çocukların olmazsa olmazı. Bunun dışında peynir, ekmek, salamdan başka kahvaltıda yoğurt, kurabiye ve meyve suyu da tüketiliyor. Tatlı çörekler, kekler, kurabiyeler de var masalarında. Yanında da kahve ve çay. 

Ve işte bugün, kar fırtınasına denk geldiğimiz gün. Dışarısı bembeyaz, o kadar beyaz ki 1 metre ötesini göremiyorsun fırtınadan. Eyvah dedik, tatil yalan oldu. Bir saat evde sabrettikten sonra fırtına dindi fakat arkasında diz mesafesinde kar bıraktı. Zar zor bir tramvay bulduk, şehir merkezine gittik ve müzelerimizi, kiliselerimizi gezdik. Öğleden sonra olunca bulunduğumuz bölgeye çok yakın olan Kerempuh'a gitmeye karar verdik. Buraya aslında dün gelmiştik, Tip Top'a karar vermeden önce fakat saat 17:00’da mutfağın yemek servisine kapandığını öğrendik. Bu sefer ikinci günümüzde öğle yemeği için gidiyoruz.






Dolac Market’e girdiğinizde hemen sol tarafta yine küçük bir restoran. Yeri biraz kuytuda gibi, hatta ilk bakışta fark etmiyorsunuz bile ama etrafa dikkatli bakınca Dolac’ın sol tarafındaki merdivenlerin üzerindeki beyaz kapısını fark ediyoruz. Dolac Market ile dip dibe olduğu için girişi biraz çöp kokuyor çünkü çöp konteynırları restoranın merdivenlerinin aşağısında kalıyor. Fakat koku içeri hiç girmemiş.

Yorum sitelerinde söylenenin aksine içerisi öyle deli kalabalık değil. Bizden başka 2 masa daha yemek yiyordu. Kerempuh az masalı, küçük bir restoran. Biz Aralık ayının ilk haftasında gittiğimiz için bu zamana özgü Christmas müzikleri çalıyordu (Santa Baby ve The Most Wonderful Time of the Year aklımda kalanlar).

Başlangıç olarak Emre domates çorbası istedi, ben de sebzeli et suyu çorbası. Domates çorbası Tip Top’takinden daha iyiydi. Aroması daha yerinde ve domatesi daha az baskındı. Başta Emre’yi kıskandım ve ben de keşke ondan söyleseymişim dedim ama benim çorbam da gayet lezzetli ve hafifti.


Ana yemek olarak ben Dalmaçya usulü biftek söyledim, Emre de Zagreb usulü cordon bleu söyledi. Porsiyonlar yine çok büyüktü. Benim bifteğim, yanında gnocchi ile geldi. Et kırmızı şarapla çektirilmişti ve bu sefer çok pişmiş olarak geldi. Emre kendi yemeğinden çok benimkini sevdi diyebilirim. Yemekle birlikte lokal bira olan Pan’ı denedik. Alkol oranı %4,5.

İki çorba, iki ana yemek ve iki bira için toplam 209 Kuna ödedik.






O akşam başka yemek yemiyoruz çünkü Kerempuh yeterince doldurdu midemizi. Bizde seçimimizi tatlıdan yana kullanıyoruz. Zagreb’in yine işlek sokakların olan Bogoviceva’da yürürken görüyoruz Millenneum'u. Üşümüşüz, sıcak bir kahve içmek istiyoruz, yanında da bir dilim pasta. Vitrinleri çeşit çeşit pastalarla dolu. Ben her zamanki gibi seçimimi çikolatalı bir pastadan yana kullanmak istiyorum ve vitrindeki en güzel pasta olan vişneli pastadan sipariş veriyorum. Emre de kendi klasiğini uyguluyor ve dışı Hindistan cevizi kaplamalı muzlu pastadan istiyor. Yanında da kahve söylüyoruz. Pastalar taptaze. Benimkinin içinde sanırım birazcık rom bile var. 




Ertesi sabah kahvaltıda burek yemek istedik. Dolac Market'in hemen sağındaki merdivenlerden inince sağınızda alıyor bu börekçi. İsmi, tabelasında yazdığı gibi Burek. Minicik bir dükkan. İçeride sadece bir kişi var. Hem burek servisi yapıyor, hem de boşları toplayıp temizliğini yapıyor. İster bar stili masalarda bureklerinizi yiyebilirsiniz, ister paket yaptırıp yanınızda götürebilirsiniz. Biz bir kıymalı bir de peynirli burek istiyoruz. Kocaman dilimler geliyor önümüze. Lezzet yine aynı; bol kıyma, az soğan ve aromalı bir peynir. o kadar kocaman ki ben bitiremiyorum ve Emre'ye devrediyorum kıymalısını. Hem çok ucuz, hem de süper lezzetli bir öğün oluyor bizim için.


Bureklerimizi yedikten sonra Dolac Market'i geziyoruz. Ben pazar gezmeyi çok severim. İstanbul'da da değişik pazarlara gitmeye çalışırım ama yabancı bir ülkenin pazarları daha çok ilgimi çeker. Çünkü bence pazarlar, o halkın yemek alışkanlıklarıyla ilgili bilgi edinebileceğiniz yerlerdir. Yiyeceklerin çeşitliliği ve sunumları özellikle ilgimi çeker. Dolac Market de çok zevk alarak gezdiğim bir pazar oldu. 







Açık havada sergilenen meyve ve sebzeler göze hitap ederken, aşağı kattaki şarküteri bölümü bir koku ziyafeti yaşatıyor. Fiyatlar çok uygun. Yiyeceklerin tazeliği canlı renklerinden belli oluyor. Biraz mandalina ve kuru incir alıyoruz Dolac Market'ten ve aşağı kata iniyoruz. Burada çeşit çeşit füme et, sosis ve peynir bulabilirsiniz. Et ve kahvaltılık ürünler dışında turşu tezgahları ve ufak marketler de mevcut. Zagreb'de sadece 1 saatinizi Dolac Market'e ayırın derim.


Dolac Market'ten aldığımız mandalinaları hemen yemeye başladık.
Üçüncü günümüzü Maksimir Park'ta geçiriyoruz. Tramvay ile ulaşım çok kolay. Parkın içi bir gün öncesinden biriken karlarla dolu. Aileler çocuklarını da almış gelmişler. Parkın sonuna doğru bir kayak pisti var. Mini mini çocuklar kızaklarıyla kayıyorlar. Zamanınız varsa parkın içindeki hayvanat bahçesini de gezebilirsiniz.

Maksimir Park

Akşam yemeği için bu sefer lokal tatların dışına çıkıp, enternasyonal bir yemek yiyoruz: pizza. "Karijola'da pizza yemeden dönmeyin!" uyarıları var kafamızda. Dolayısıyla son gecemizi bu muamma lokasyona sahip pizzacıda geçiriyoruz. 

Karijola'nın yerini bulmak için haritalar telef oldu diyebilirim. Hadi haritada yerini bulduk diyelim, bu sefer de oraya nasıl gideriz, hangi tramvaya binip nerede inmemiz gerek, hangi yoldan gitmemiz gerek soruları kaldı. Deneme yanılmayla bulalım dedik, işi gerçekten şansa bıraktık ve akşamın bir vakti karanlıkta yola düştük.
Tam olarak şöyleydi: Bana Jelacic meydanından Ljublujanica yönüne giden 12 numaralı tramvaya bindik. Teknik Müze durağında indik. Tratinska caddesi üzerinde az biraz yürüyünce yol ikiye ayrılıyor. Sağdaki sokaktan devam ediyoruz: Kranjceviceva Caddesi. Yaklaşık 5 dakika yürüyünce solda Hotel Laguna’yı görüyoruz. Otelin hemen karşı kaldırımında, yani sağ tarafımızda, küçücük bir ara var. İşte Karijola tam o arada, sanki saklanmış ve keşfedilmeyi bekliyormuş gibi.


Dışarıdan küçük bir restoran gibi görünüyor ama içeri girince görüyoruz ki iki salonu ve bir asma katı var. Servis elemanı hemen bize İngilizce menü getiriyor. Menüde 12-13 çeşit pizza var. Ben yukarıdaki resimde gördüğünüz közlenmiş domatesli pizzayı söyledim. Hızımı alamayıp üzerinde bir de ekstradan roka istedim. Emre de aşağıdaki resimde görünen sheiki mantarlı ve bol peynirli pizzadan denedi.


Mantarların kendisini yerseniz tatsız tuzsuz gelebilir fakat pizzanın peynirleriyle birlikte tadı birden mükemmelleşiyor. Bense iyi ki pizzama ekstra roka istemişim diyorum. Benim pizzamda bacon var üzerindeki yağın ağırlığı bile hissedilmiyor. Karijola'da pizzaların en güzel yeri de çıtır çıtır olan kenarları. Aynı bizim kebapçılardaki balon lavaşlar gibi. Kenarlarını yedikçe yiyesiniz geliyor. Hatta çok doyduğum için pizzamın son dilimini yiyememiş olmama rağmen pizzanın kıtır kenarını tırtıklıyorum.


Pizzanın yanında ben bir Tomislav ale, Emre de Karlovacko istedi. Emre'yle benim fiziklerimizle ters orantılı olarak Tomislav 50 cl, Karlovacko 25 cl idi. Son gecemizde çok güzel bir akşam yemeği yemiş olduk. Tabi içeride Kings of Convenience çaldıkları için Karijola'ya benden artı bir puan geldi. Toplamda 140 Kuna gibi bir hesap ödedik ve geldiğimiz yolu takip ederek meydana geri döndük.


Daha zaman erkendi ve son gecemizde biraz Zagreb sokaklarında vakit geçirelim dedik. İyice yürüyüp pizzaları erittikten sonra büfelerin yanından geçerken makara yemeye karar verdik. Kolutti adındaki büfeden kakaolu ve tarçınlı makara aldık. Büfenin önü tıklım tıklım. Feci bir sıra var. İki güzel kadın işletiyor büfeyi. Sıranın bize gelmesi ve makaramızın pişmesi yaklaşık bir on dakikayı alıyor. Sonrasında da fırından yeni çıkmış, sıcaklığı el yakan makaramızı yemeye başlıyoruz. Gecenin tatlısını da aradan çıkarmış olduk. Şimdi bir de son gecemize özel bir kapanış yapmak gerekiyor. Sıcak şarap içelim diyoruz. Fünikülerin olduğu sokaktaki Vino&Ino isimli büfeden de sıcak şaraplarımızı alıyoruz. 

Sokaklar insan dolu ve her büfeden bir müzik yükseliyor. Çok canlı bir şehir Zagreb. İnsanlar soğuğa aldırmıyorlar hiç. Mini etek ve ince ten çoraplarıyla dolaşan Hırvat afetlerine "Üşümüyor musun?" diye sormak istiyorum. Ben soğuğa karşı dirençsiz olduğum için çok tadını çıkaramadım ama mutlaka daha sıcak bir iklimde tekrar gelmek istiyorum buraya. Bütün bu soğuğa rağmen sevdiğim insanla çok güzel bir tatil geçiriyorum ve farklı bir mutfak hakkında gözlem yapıyorum. Benim içimde kaldı, balık yiyemedim ama bence Zagreb'e gelenler mutlaka restoranların taze balık menülerine bir göz atsınlar.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder